Dün, Hıristiyan misyonerlerle en iyi mücadelenin, dinimizi öğrenmek ve öğretmekle olacağını söylemiştik. Kısacası tek çare; dinimizi yaymak. Dinimizde buna Emr-i maruf ve nehy-i münker denir. Maruf, dinimizin emrettiği hususlardır. Münker ise, dinimizin yasakladığı, yani Allahü teâlânın razı olmadığı işlerdir. Dini yayma işi yani emr-i maruf çok mühimdir. Emr-i maruf yapılmazsa, dinimiz unutulur, yok olur. Aradan 1400 yıl geçmesine rağmen bugün İslamiyet bize ulaşmışsa bu emri maruf sebebiyle, bizden öncekilerin dini yaymasıyla olmuştur. Din doğru olarak öğretilmezse cehalet ve sapıklık yayılır. Din adı altında birçok dinsizlikler ortaya çıkar. Emr-i maruf ve nehy-i münker yapılmazsa, o ülkenin başına büyük belâlar gelir. En büyük belalardan biri de, dinin unutulması ve o ülkenin Hıristiyanlaşmasıdır. Bundan büyük bela, zillet olur mu? Geçmiş ümmetlerde, Allahü teâlâ, bir meleğe, bir beldenin altını üstüne getirmesini emretti. O melek, bu kasabada hiç günah işlemeyen bir zatın da olduğunu, o zatı kurtarıp kurtarmayacağını suâl edince, Cenab-ı Hak, "Bütün şehir halkı ile onu da alt üst et! Çünkü o zat, günah işleyenlere yüzünü ekşitmemiştir" buyurdu. Bunun için, misyonerlerin yaptıkları faaliyetleri görenin, işitenin gafletten uyanması ve; bu kendi batıl dinini yaymak için bu kadar uğraşıyor ben ne yapıyorum, diye üzülmesi; gücü, imkânı nisbetinde İslamiyetin yayılmasına çalışması lazımdır. Peygamber efendimize, "İçinde iyilerin de bulunduğu bir ülke helak olur mu?" diye soruldu. Cevabında, "Evet helak olur. Çünkü günah işlendiğinde, iyiler sükut edince, hepsi helak olur" buyurdu. Dini yaymanın önemi büyük olduğu için mükafatı da büyüktür. Nitekim, hadis-i şerifte, "Bütün ibâdetlere verilen sevap, Allah yolunda savaşa verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Savaşın sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i münker sevabı yanında denize göre, bir damla su gibidir" buyurulmuştur. Dini yayma işi yani emri maruf farzdır. İlmi, imkânı nisbetinde buna katılmamak büyük vebaldir. Peygamber efendimiz, "İmkânı var iken, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmayan bizden değildir"buyurmuştur. Hz. Âişe tarafından bildirilen hadis-i şerifte de: "İçinde peygamberler gibi ibâdet eden seksen bin kişi bulunan bir ülke azaba maruz kalmıştır. Çünkü onlar, Allah için buğzetmedi, emr-i maruf ve nehy-i münkerde bulunmadı" buyurulmuştur. Emr-i mâruf iki yolla yapılır: Birincisi, söz, yazı ve her çeşit yayın vâsıtası iledir. Bunu yaparken, bilgi az ise ve şahsa, âdetlere, kanûnlara dikkat ve riâyet edilmezse, fitneye sebep olabilir. Dinimizde fitne, anarşi çıkarmak da haramdır, büyük günahtır. İkinci yol, hâl ile, İslâmın güzel ahlâkına uyarak, örnek olmaktır. Herkese tatlı dil, güler yüz göstermek, kimseyi incitmemek, kimsenin malına, ırzına göz dikmemek, kanunlara uymak, borçlarını ödemek, en tesîrli, en faydalı nasihat yapmak olur. Bunun içindir ki, "lisan-ı hâl, lisan-ı kalden entaktır" demişlerdir. Hâl hareket ile, örnek olarak yapılan, söz ile yapılandan üstündür, demektir. İslâmın güzel ahlâkına uygun yaşamak, emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmanın en güzel yoludur. Mühim bir farzı yapmaktır. Bunun için, kimse ile tartışma, münakaşa yapmadan, dinimizin güzel ahlakını, emir ve yasaklarını bildiren kıymetli kitapları çevremize, münasebette olduğumuz kimselere güler yüzle, tatlı dille vermek veya bu hizmeti yapan kuruluşlara destek olmak lazımdır. Dinimizin bu önemli emri karşısında duyarsız kalmak, bizleri dünyada da ahirette de büyük sıkıntılara sokar. (Bu konularda daha geniş bilgi için; www.mehmetoruc.comsitesine müracaat edilebilir.)