Allahü teâlâ bütün kâinatı nizâm ve âhenk içinde yaratmıştır. Bütün bunlara tesadüfen meydana geldiler demek mümkün değildir. Böyle söyleyenlerin sözleri câhilcedir ve aynı zamanda fen bilimlerine de aykırıdır. Çünkü, fen bunların tesadüfen meydana gelemeyeceğini bildirmektedir. İnsan, varlıkların yaratılışındaki hikmetleri iyi anlarsa, cenâb-ı Hakkın büyüklüğünü daha iyi anlar. Onun emirlerine daha sıkı sarılır. Meselâ, insan için ipek imal eden ipek böceğinin ipeği, en büyük suni iplik fabrikalarının, çeşitli modern makinelerle yaptığı ipeğin randımanından çok çok üstündür. Mukayese bile edilemez. Yine, eğer mini mini ağustos böceğinin boyu, bizim ses çıkarmak için kullandığımız araçlar kadar büyütülmüş olsa, yapılan ince hesaplara göre çıkaracağı sesle camlar kırılır, duvarlar yıkılırdı. Bunlar hep kendiliğinden olacak işler midir? Böyle akıl almaz derecede mükemmel ve muazzam eserler karşısında hayran olmamak kabil midir? Bunlar Yaratıcının ne kadar büyük, ne kadar kudretli olduğunu göstermeğe kâfidir. Pek ufak bir parçasını gördüğümüz bu kâinatın bir Yaratıcısı, bunu kurabilen ve tam olarak anlamaya aklımızın yeterli olmadığı pek muazzam bir kudret sahibi vardır. Bu Yaratıcının hiç değişmemesi ve sonsuz var olması gerekir. İşte bu yaratıcı ALLAH'tır. Her netice de insanı buraya çıkarır. Bizler okyanusun dibinde yaşayan canlılar gibi bir hava deryasının dibinde yaşamaktayız. Hava ortalama yüz kilometre yükseklikte olup, yukarısında daha hafif gaz tabakaları ile örtülüdür. Okyanusların sekiz yüz metreden daha fazla olan derinliklerinde yaşayan balıklar, havaya çıkarılınca parçalandığı gibi, insanlar da, hava basıncı altından çıkarılınca yaşayamaz. İnsan derisinin yüz ölçümü, ortalama birbuçuk metre kare olduğuna göre, hava hepimizi onbeş ton kuvvetle ezmektedir. Bu büyük kuvvet altında, pestil hâline gelmeyişimiz, teneffüs sayesindedir. Çünkü, teneffüs yolları, akciğer keseleri, kapiller ve kan damarları ile, vucûdumuzun bütün hücrelerine hava gittiğinden, içimizde de, hâriçteki basınca eşit bir basınç mevcûttur. Kâinatın rastgele, kendiliğinden yaratıldığını iddia edenlere şöyle bir misal verilebilir: Bir otomobilin parçaları, tabîat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir? Suyun akıntısına kapılan, sağdan soldan çarpan dalgaların tesîri ile bir araya yığılan çöp kümesi gibi mi bir araya yığılmışlardır? Otomobil tabîat kuvvetlerinin çarpmaları ile mi hareket etmektedir? desek, bize; "Hiç böyle şey olur mu? Otomobil, akıl ile, hesâb ile, plân ile, birçok kimsenin titizlikle çalışarak yaptıkları bir sanat eseridir. Otomobil, dikkat ederek, akıl, fikir yorarak, hem de trafik kâidelerine uyarak şoför tarafından yürütülmektedir" demezler mi? Tabîattaki her varlık da, böyle bir sanat eseridir. Bir otomobilin tabîat kuvvetleri ile, kendiliğinden, tesâdüfen meydana geleceğini kabûl etmeyen kimse, baştan başa bir sanat eseri olan bu âlemi tabîat yaratmış diyebilir mi? Elbette diyemez. Hesaplı, plânlı, ilimli, sonsuz kuvvetli bir Yaratıcının yaptığına inanmaz mı? "Tabîat yaratmıştır. Tesâdüfen var olmuştur" demek, câhillik, ahmaklık olur. O halde bu muazzam kâinatın tesâdüfen olmadığı anlaşılınca, bir gaye için yaratıldığı meydana çıkar. Allahü teâlâ, kâinattaki bütün ni'metleri insanın hizmetine sunmuştur. Yani bunları insan için yaratmıştır. İnsanı da, kendisini, Yaratanını tanıması ve O'na ibâdet etmesi için yaratmıştır. >> Tel: 0 212 - 454 38 21 Faks: 0 212 - 454 38 29