Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardak- oğlu, Diyanet Dergisi'nin mayıs sayısındaki yazısında önemli bir konuyu ele alıyor. Teknolojinin esiri olan, çevresine ve kendi öz benliğine yabancılaşan, yalnızlaşan, ruhen çöküntüye uğramış, bedenen yorulmuş insanların; yalnızlıklarını gidermek ve ruhen rahatlamak gibi düşüncelerle çeşitli bireysel kurtuluş yollarına yöneldiklerini; bu yönelişin sağlıklı bilgi ve kalıcı değer ekseninde yürümediği için de çeşitli uç ya da çıkmaz sokaklara sürüklendiklerinden bahsediyor. Ve özetle şunları ifade ediyor: "Günümüzde kitle iletişim araçları tarafından çoğunlukla "kişisel gelişim yolları", "stres, depresyon, zihinsel sorunlar ve yorgunluktan kurtulma çareleri" olarak cazip şekillerde sunulan transandantal meditasyon, reiki, yoga gibi adlarla anılan bazı yöntemlerin, astrolojik bazı akımların, çeşitli şifa teknikleri ile "şifrecilik", "ruhçuluk" ve "okültizm/gizlicilik" üçgeninde harmanlanmış diğer gizemli oluşumların revaç bulmasını sadece bu konuda oluşan sektörün çabalarıyla izah etmek yerine, modern insanın yalnızlığıyla ve çaresizliğiyle de ilişkilendirmek gerekir. HİND FELSEFESİNE YÖNLENDİRME Bu akım ve çağrılar her ne kadar genelde dinî bir söylem ile sunulmayıp daha çok "sağlıklı yaşam", "başarı" ve "mutluluk" vaadiyle veya "çevrecilik", "alkol bağımlılığıyla mücadele" gibi kamu yararına yönelik çeşitli söylemlerle desteklense de, esasen Hint ağırlıklı Uzak Doğu felsefesinden ve dinsel öğretiden beslenmekte, Batı kültürünün hümanistik ve dinî söylemiyle de çok kolay ortak alanlar oluşturabilmektedir. Henüz dua, tevbe, niyaz, tefekkür ve ibadetin bireyi ne denli güçlü kıldığını ve onu Yüce Yaratana bağlayarak yalnızlıktan, karamsarlık ve umutsuzluktan kurtardığını yeterince fark etmiş veya ettirmiş de değiliz. Kur'anda "Dikkat ediniz! Kalpler ancak Allah'ı sürekli hatırda tutmak ve anmakla huzur bulur" (Ra'd, 28) buyurulması da bu fark edişi sağlamak içindir. " Evet, tespit doğru, fakat bunu sadece teknolojiye bağlamak ne derece isabetli olur? Bu tür etkinliklere genelde, hiçbir şeyden haberi olmayan "entel" tabir edilen inanç boşluğuna düşmüş kimseler takılıyor. İnsan, yaratılıştan bir şeye inanma ihtiyacını hisseder; doğru veya yanlış bir şeye inanmazsa, huzursuz olur. Bu tür insanların düşüncesi şu: "Biz iyi kötü bir şeye inanalım, fakat bu inandığımız şey, bizi bazı şeylere zorlamasın. Mesela, namaz kılmak, oruç tutmak, kadınlara örtünme gibi şartlar getirilmesin." Yine, "şu haramdır, şu yasaktır, mesela, zina, içki, kumar, uyuşturucu haramdır, denilmesin. Biz özgürce istediğimiz gibi yaşayalım, bunlar bizim inancımıza zarar vermesin." ANA YOLDAN AYRILANIN HALİ Her toplumun sosyal faaliyetlerinde sahip oldukları inançtan yansımalar görülür. Gerek kültürel, gerek sosyal her davranışın bir veya birden fazla yerinde inançlarını ihtiva eden motifler görülür. Yani, her zaman inancını mensuplarına hatırlatır; unutmamalarını sağlar. Herhalde biz istisnayız bu konuda. Özellikle de, aydınlarımızın ve resmî kurumların düzenledikleri sosyal faaliyetlerde halkımızın, inancı ve manevi değerleri ile ilgili hiçbir yansıma bulamazsınız. Aksine acaba tesadüfen böyle bir yansıma var mı diye de tekrar tekrar gözden geçirilir. Medyamız (hepsi değil tabii ki) geçmişimizi karalayan, dinimizi küçümseyen, hatta açıkça din düşmanlığı içeren haberleri bulur manşete veya birinci sayfaya çeker. Bir milleti ayakta tutan kendi milli manevi değerleridir. Bugün tarihe mal olmuş, unutulmuş milletler, kendi orijinal değerlerini muhafaza edemedikleri için yok oldular. Tanzimattan beri, öz değerlerimizden uzaklaşıp yabancıların değerlerine özenti hastalığına yakalandık. Bu özenti her yıl ilerleyerek, taklitten de çıkarak, dinleri de dahil artık tamamen onlardan olma şekline yöneldi. Kendi öz değerlerimiz olmasın da ne olursa olsun anlayışı hakim. Dün Batı idi, bugün buna ilave Uzak Doğu. Yarın ne olacağı belli değil; çünkü yoldan çıkan arabanın nereye gideceği belli olmaz!