Dün, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın İslamiyetin son ve yegane Hak din olduğuna dair okuttuğu hutbeden ve AB'nin ayrımcılık yapıldığı gerekçesi ile bundan rahatsız olduğundan bahsetmiştik. Belki merak edenleriniz olmuştur. Bugün de bu, olay konusu hutbeyi sizlere sunmak istiyorum. Bu vesile ile de, böyle güzel bir hutbe hazırlattığı için "Diyanet'e" teşekkür ediyorum. Son yıllarda yapılan kasıtlı tartışmalardan dolayı halkımızda, "Acaba Hıristiyanlık da hak din mi, onlar da Cennete girecek mi?" şüphesi oluşmuştu. Diyanet'in bu konudaki açık tavrı ile şüpheler bertaraf oldu. Büyük bir tehlikenin önüne geçilmiş olundu. Gelelim şimdi hutbeye: "Yüce Rabbimiz, on dört asır önce, âlemlere rahmet olarak gönderdiği son peygamber Hz. Muhammed aracılığıyla İslâm Dini'ni bütün insanlığa tebliğ etti. Allah'ın varlığına iman etmek, O'nun birliğini kabul etmek, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak ve yalnızca O'na ibadet etmek, bu dinin temelini teşkil ediyordu. Bu ilahi mesaj, aynı zamanda insanlığı hakka ve hakikate, adalete, bilgiye ve hikmete dayanan güzel ahlâka davet ediyordu. Zulmü, cehaleti ve fitneyi terk etmeye; fakiri, yoksulu, yetimi, yolda kalmışı koruyup kollamaya; komşusu aç iken tok yatmamaya çağırıyordu. Bu evrensel çağrı, kısa sürede bütün dünyada, insanların yüreklerinde yankı buldu. Öyle ki, bir kişinin tebliği ile başlayan İslâm, kısa zamanda dünyanın en hızlı yayılan ve insanları, şefkatli kucağına çeken bir din haline geldi. Daha bir asır geçmeden Asya'dan Kuzey Afrika'ya, Atlas Okyanusundan Çin Seddine kadar insanlar, İslâm'la şereflendiler. Allah katında yegane hak din olan İslâm'ın (Al-i İmran, 3/19 ) bu hızla yayılışına ve insanların akın akın onu kabul etmesine tahammül edemeyen nice güçler, bu ilerleyişin önüne geçmek ve insanların kalplerini İslâm'a açmalarını engellemek için her türlü yola başvurdular. İslâm'ı ve Müslümanları tarihten silmek için sözde kutsal ordular (Haçlı orduları) oluşturdular, ancak nihai amaçlarına ulaşamadılar. Çünkü karşılarındaki insanlar; tevhit, adalet, takva ve kendine güven; zulme, şirke, küfre ve haksızlığa karşı koyma gibi değerleri bünyesinde barındıran yüce bir dine mensup idiler. Tarihte olduğu gibi günümüzde de aynı güçler, İslam'ı; çıkarları ve egemenlikleri karşısında en büyük engel gördükleri için insanlarımızı bu dinden koparmak amacıyla planlı ve organize bir şekilde çalışmaktadırlar. Özellikle etnik ayrımcılıktan, mezhep farklılıklarından, yaşanan bazı ekonomik ve siyasî sıkıntılardan ve hatta deprem, sel, kıtlık ve benzeri âfetlerden yararlanarak, çocuklarımızın ve gençlerimizin imanını çalmaya çalışmaktadırlar. Bu faaliyetlerinde, özellikle dinî bilgisi zayıf, ailesi veya çevresiyle çeşitli sorunlar yaşayan insanlarımız, bu tür odakların öncelikli hedefleri olmaktadır. Sürdürülen bütün bu çabaların da başarısızlıkla neticeleneceğine inancımız tamdır. Ancak bu konuda, biz Müslümanlara önemli görevler düşmektedir. Öncelikle dinimizin, değerini bilmeliyiz. Başta tevhit inancı olmak üzere İslâm'ın iman, ibadet ve ahlâk esaslarına sıkı sıkıya sarılmalıyız. Çocuklarımıza ve gençlerimize inanç ve değerlerimizi öğretmeliyiz. Birbirimizle olan ilişkilerimizde kişisel menfaatleri ve geçici dünyevî arzuları değil; adaleti, sevgiyi, hoşgörüyü ve yardımlaşmayı esas almalıyız. Dinimize ve manevî değerlerimize sahip çıkmalıyız. Din olarak sadece İslamı seçtiğini Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'in en son nazil olduğu bilinen ayet-i kerimesinde mealen şöyle buyuruyor:"Bugün dininizi, sizin için kemale erdirdim, size verdiğim nimetimi tamamladım ve size, din olarak yalnızca İslâm'ı seçtim."( Maide, 5/3)