Hz. Ebû Bekir son hastalığında buyurdu ki: "Halifeliği kime bırakacağım hususunda istihare ettim. Hak teâlâdan, rızâsına uygun olmasını diledim. Bilirsiniz, yalan söylemem. Hiçbir akıllı kimse de, Hak teâlâya kavuşma zamanında kendisine iftira edilmesini istemez ve Müslümanları aldatmayı uygun bulmaz..." Bu sözler üzerine, orada bulunan Eshâb-ı kirâm, "Ey Allahın Resûlünün halifesi! Senin doğruluğunda şüphemiz yoktur. Söyleyeceklerini söyle" dediler. Şöyle buyurdu: "Gecenin sonuna doğru uyumuşum. Resûl-i Ekrem'i rüyada gördüm. İki beyaz elbise giymişti. O elbiselerin eteklerini ben tutuyordum. O sırada elbiseler yeşil olup, parlamağa başladı. Bakanların gözlerini alırdı. İki yanında, uzun boylu, gayet güzel yüzlü, nûr elbiseli ve bakanlara neşe veren iki kimse vardı. Resûl-i Ekrem selâm verip musafeha etmekle beni şereflendirdi. Mübarek elini göğsüme kovdu. Üzüntüm gitti. "Yâ Ebâ Bekir! Seni çok özledik, kavuşma zamanı yaklaştı" buyurdu. Ben de, "Seni özledim, yâ Resûlallah" dedim. "Bu ümmet için âdil, sâdık, yerde ve gökte herkesin rızâsını kazanmış, zamanın en temiz olan Faruk'u (Hz. Ömer'i) halife seç!" buyurdular. Yanındakileri göstererek: "Bunlar, dünyada vezirlerin, vefatın zamanında yardımcıların, Cennette komşularındır. Bana senin isminin gökte melekler arasında, yerde halk arasında Sıddîk olduğunu haber verdiler" buyurdu. Yâ Resûlallah, anam-babam sana fedâ olsun, bu iki kişiyi tanıyamadım ve onlar gibi kimse de görmedim, dedim. "Bunlar Cebrâil ve Mikâil'dir" buyurdular. Sonra gittiler. Uykuda o kadar ağlamışım ki, evdekiler uyanmışlar. Sonradan bana söylediler. Yüzüm gözyaşlarından ıslanmış, evdekilerde baş ucumda ağlıyordu. Hz. Ebû Bekir, ölüm hastalığında çocuklarını Hz. Âişe'ye, iki oğlan, iki kız olarak ısmarladı. Hz. Âişe, benim bir kız kardeşim var, ikincisi hangisidir? diye sordu. "Hanımım hâmiledir. Kızı olacağını zannediyorum" buyurdu. Hakikaten vefatından sonra, hanımının bir kızı oldu. Hz. Âişe anlatır: Babam vefat edince, Eshab-ı kirâm nereye defnedelim, diye tereddüde düştüler. O halde uyumuşum. Kulağıma, "Dostu dosta kavuşturun" diye bir ses geldi. Uyandım, Eshab-ı kirama anlattım. Onlar da aynı sesi işittiklerini söylediler. Hatta mescidde namaz kılanlar da, işittik dediler. Artık müşavereye lüzum kalmamıştı. Habib-i Ekrem'in yanına defnettiler.