Ubâde bin Sâmit hazretleri, şöyle anlatır: Ben birinci Akabe'de hazır bulunanlar içindeydim. Oniki kişi idik. Resûlullah efendimiz ile şunun üzerine bî'at ettik ki: Allahü teâlâya hiçbir şeyi ortak koşmayalım, hırsızlık etmeyelim, zinâ yapmayalım, çocuklarımızı öldürmeyelim, dillerimizle yalan söyleyerek iftirâ etmeyelim, herhangi bir iyilik husûsunda O'na âsi olmayalım. Bundan sonra, Peygamberimiz buyurdu ki: - Eğer ahdinizde, sözünüzde durursanız sizin için Cennet vardır. Eğer onlardan bir şeyi örtbas ederseniz sizin işiniz Allahü teâlâya âittir, dilerse azâb eder, dilerse affeder. İslâm güneşi parladıkça, Medîne'ye hicret edenler de çoğalıyordu. Muhtaç olanları sevgili Peygamberimiz, bazı âilelerin yanına misâfir ediyorlardı. Kabiliyetli olanlara, Kur'ân-ı kerîm öğretilmesini de istiyorlardı. Onlardan biri, Hz. Ubâde'nin misâfiri oldu. Kur'ân-ı kerîmi iyice öğreninceye kadar yedi, içti, ağırlandı. Ayrılık vakti gelince O da, Hz. Ubâde'ye bir karşılık vermek istedi. Elinde, çok güzel bir yay tutuyordu. Hem ağacı, hem kirişi, hem işçiliği fevkalâde idi. Dedi ki: - Bana verdiğin emeklere karşı, lütfen bu yayı kabûl et! Hz. Ubâde vaziyeti Peygamber efendimize arz etti. Allahü teâlânın Resûlü buyurdu ki: - Eğer o yayı kuşanırsan; omuzların arasında bir ateş közü taşımış olursun. Böylece öğrenmiş oluyoruz ki, bazı şeyler, bilhassa, Kur'ân öğretilmesi; yalnız Allah rızâsı için yapılmalıdır. Karşılığında, herhangi bir şey almak, doğru değildir... Ubâde bin Sâmit şöyle anlatır: Bir gün hasta idim. Peygamber efendimiz, Ensârdan bazı zâtlarla beni görmeye geldi. Resûlullah, şehîdlerden bahsederek; - Şehîdlerin kim olduğunu biliyor musunuz? diye sordu. Herkes susmuştu. Resûlullah suâli üç defa tekrarladı. Beni kaldırdılar. Şöyle cevap verdim: "Şehîd, İslâmiyeti kabûl eden, hicret eden, sonra Allah yolunda ölendir." Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu: - O zaman ümmetimin şehîdleri çok az olur. Allah yolunda ölen şehîddir. Denizde boğulanlar şehîddir, karın ağrısından ölenler şehîddir, lohusalıktan ölen kadın şehîddir.