Ehl-i sünnet büyükleri Ehl-i Beyti sevmenin her mümine farz olduğunu bildirmişlerdir. Ehl-i Beyt ile ilgili Peygamber efendimiz, "Benden sonra size iki emanet bırakıyorum. Bunlara yapışırsanız, yoldan çıkmazsınız. Birisi, ikincisinden daha büyüktür. Biri Allahü teâlânın kitâbı olan Kur'ân-ı kerîmdir ki, gökten yere kadar uzanmış, sağlam bir iptir. İkincisi, Ehl-i Beytimdir. Bunların ikisi birbirinden ayrılmaz. Bunlara uymayan Benim yolumdan ayrılır" buyurdu. Bunun için tarih boyunca Müslümanlar, İslam devletleri, özellikle Osmanlılar Ehl-i Beyte yani seyyid ve şeriflere karşı saygıda kusur etmemeye, ellerinden geldiği kadar onları memnun etmeye, onların dünyalık her türlü ihtiyaçlarını karşılamaya özen göstermişlerdir. Ehl-i Beyt sevgisini son nefeste imanla gitmenin sermayesi bilmişlerdir. EHLİ SÜNNET OLMANIN ŞARTI Ehl-i sünnet büyükleri, Ehl-i Beyt sevgisinden sonra Eshab-ı kiram sevgisi üzerinde durmuşlardır. Aralarında ayırım yapmadan Eshab-ı kiramın hepsinin sevilmesinin Ehl-i sünnetin şartı olduğunu bildirmişlerdir. Çünkü Eshabının hepsini sevmek Müslümanlara vaciptir. Peygamber efendimiz, bunlara düşmanlığı kendine düşmanlık saymıştır: "Benden sonra, eshabıma düşmanlık etmeyiniz! Onları sevmek, beni sevmektir. Onlara düşman olmak, bana düşman olmaktır. Onları inciten, beni incitmiş olur. Beni inciten de, Allahü tealayı incitir. Allahü teala, kendisini incitene azab eder" buyurmuştur. Dinimiz, kimin sevileceğinin, kimin sevilmeyeceğinin ölçüsünü bildirmiştir. Dinimiz sadece, kâfirleri düşman bilmemizi emrediyor. Bunun dışında hatalı da olsa, günahkâr da olsa Müslümanlara düşmanlığı yasaklıyor. Aşure gününde pek çok güzel işlerin yaşandığı gibi, ayrıca Resulullah efendimizin mübarek torunu Hazret-i Hüseyin'in Kerbela'da şehid edildiği gündür. Bu elim hadiseyi hatırladıkça Müslümanların yürekleri sızlar, gözleri kan ağlar. Bu faciadan dolayı yüreği sızlamayan bir Müslüman zaten düşünülemez. Ancak burada dinimizin bildirdiği sınırı da aşmamak lazımdır. Çünkü, sevgide ve düşmanlıkta haddi aşmamak, dinimizin dışına çıkmamak gerekir. Bir kimse ne kadar, zalim olursa olsun, ne kadar alçakça işler yaparsa yapsın, açıkça dini inkâr etmedikçe, inanılacak şeylere inandığı müddetçe, Müslümandır, buna kâfir denilemez. Yezid, zalimliğine ve fasıklığına rağmen, İslâmiyete düşman değildi. Namaz kıldığı, İslamiyeti yaymak için cihad ettiği tarihî bir gerçektir. İstanbul'u fethetmeye gelen ordunun başında Yezid vardı ve emrinde Hz. Halid bin Zeyd ve Mesleme gibi Eshab-ı kiramın büyükleri bulunuyordu. Kerbela'nın sebebi, Yezid'in din düşmanlığından değil, Hz. Hüseyin'in kendisine karşı geldiği için saltanatının tehlikeye gireceği korkusundandı. Yani siyasî idi. EHL-İ BEYT BÜYÜKLERİNİN TAVRI Kerbela vahşetini kimse savunmuyor, kimse bununla övünmüyor. Bunun için bu vahşeti öne çıkarmanın, her sene gündeme getirmenin kimseye faydası yoktur. Aksine, İslam tarihinin en büyük yarasını deşmek olur. Müslümanları üzmek olur. Müslümanlar arasına tefrika sokmak olur. İnsanlık, düşmanlıktan değil, kardeşlikten fayda görmüştür. Ateş düştüğü yeri yakar, Bu olaya en çok üzülenler, Hazreti Hüseyin'in soyundan gelen seyyidlerdir. Çünkü, dedeleriydi. O'nun mübarek kanını taşıyorlardı. Fakat buna rağmen Abdülkadir-i Geylani, Ahmed Bedevi, Ahmet Rufai, Abdülhakim Arvasi gibi seyyidlerin yani Ehl-i Beytin büyükleri ve meşhurları bağırlarına taş basıp asırlarca bu olayı dile getirmediler. Olaya sebep olanları küfürle itham etmediler. Bizler de bu şerefli insanlar gibi davranıp bu vicdanları paralayan cinayetleri konuşmamalıyız. İmam-ı Şafii hazretlerinin buyurduğu gibi, "Allahü teâlâ, bu kanlara ellerimizi bulaştırmaktan bizleri korudu. Biz de dillerimizi bulaştırmaktan koruyalım!" demeliyiz.