Uzun yıllar Şam'da İslamı anlatan Ebû Zer'i, halîfe Hazreti Osman, Medîne'ye davet etti. Ebû Zer, Medîne'ye geldiğinde, evlerin Sel Dağına dayandığını ve refâhın arttığını gördü. Halîfenin huzûruna çıkınca, Hz. Osman'a, niçin insanların biriktirdikleri malları dağıttırmıyorsun, diye sordu. Bunun üzerine Hz. Osman buyurdu ki: - Yâ Ebâ Zer, halkı zühd yoluna zorla sokmak imkânsızdır. Onlar zekâtlarını verdikten sonra, benim vazîfem, onlar arasında Hak teâlâ hazretlerinin emriyle hükmetmek ve onları çalışma, iktisat tarafına teşvik eylemektir. Bunun üzerine Ebû Zer dedi ki: - Resûlullah bana "Binalar Sel Dağına ulaştığı zaman, sen Medîne'den ayrıl!" diye emretmişlerdi. İzin verirseniz, ben Medîne'den gideyim. Hz. Osman müsâade buyurdu. Birkaç koyun ve keçi, yetecek miktarda yiyecek vererek, Medîne-i münevvere yakınlarındaki Rebeze adındaki köye gitmesini söyledi. Ailesi de Şam'dan buraya gönderildi. Ebû Zer-i Gıfârî hazretleri, Rebeze'de, küçük bir kulübeye yerleşti. Gelip geçenlere, hadîs-i şerîf ve dînî bilgiler öğretmeye başladı. Halîfenin hediye ettiği, birkaç koyun ve keçiyle hayatını devam ettiriyor, dâimâ Allaha şükrediyordu. Bir gün, muhterem hanımı hatırlattı: - Elbisen çok eskidi, bir yenisini bulamaz mıyız? - Bize artık elbise değil, kefen lâzımdır hanım! Üstelik sana, iyi haberlerim var. - Hayırdır İnşâallah efendi! - İnşâallah yakında, Allahın sevgilisi Peygamber efendimize kavuşacağım. Ey ölüm çabuk gel, rûhum Rabbime kavuşmak sevgisiyle çırpınıyor. Hanımı ağlamaya başladı. - Niçin ağlıyorsun hanım? Kadıncağız dedi ki: - Nasıl ağlamayayım! Gerçekten bir emr-i Hak vâki olsa, vefât etsen, ben buralarda tek başıma ne yaparım? Sonra bir kefen bezimiz bile yok. Ayrıca kadın başıma, seni nasıl defnedebilirim? (Devamı yarın)