Dün, İstanbul'un fethinin tarihî seyrinden bahsetmiştik. Bir şehri, bir ülkeyi elde tutmak, almaktan daha zordur. Bunda da en büyük unsur yerli halkın desteğidir. Bu destek olmadıkça alınan yer uzun süre elde tutulamaz. Bu destek de ancak, yerli halka adil davranmak, onların huzur ve güvenliğini sağlamakla elde edilebilir. İşte, Fatih Sultan Mehmet Han ve daha sonraki sultanlar önce bunu sağladı. Fatih İstanbul'a girdiğinde, Ayasofya ağzına kadar kadın-erkek Rumlarla dolu idi. Hepsi korku ve endişe içinde idi. Sultan, Ayasofya'da şükür namazını kıldıktan sonra yerlere kapanan ahaliye, rahip ve Ortodoks Patriğine şöyle seslendi: "Kalkınız! Ben Sultan Mehmed, sana ve bütün ahaliye söylüyorum ki, bugünden itibaren ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim adaletimden endişe etmeyin!.." Evet, adalet; ayakta kalabilmenin vazgeçilemez şartıdır... Çünkü, Adalet mülkün temelidir. Temel sarsıntıya uğrarsa, binanın ayakta kalması mümkün olmaz. Fakat, adaleti tatbik etmek kolay bir iş değildir. Adalet, herkese tatbik edildiği zaman gerçek adalet olur. Adalet, kuvvetliden yana değil de, haktan yana olursa, bir değer ifade eder. Zulüm payidar olmaz. Bizans'ın yıkılmasının sebebi nasıl zulüm ise, Osmanlının İstanbul'u elde tutma sebebi de adalettir. Her şey inceldiği yerden, zulüm kalınlaştığı yerden kopar. Küfür devam edebilir, fakat, zulüm asla... Eninde sonunda zulüm sahibini yok eder. Adalet ise sahibini mamur eder. Bunun sayısız örnekleri vardır tarihte. Hocası Akşemseddin hazretleri Sultana şu nasihatini sık sık tekrarlardı: "Şunu unutma! İki sınıf ilmiyle amel ederse, halk kurtulur, rahat eder. Bunlar; âlimler ve kadılardır. Eğer bu iki sınıf bozulursa, bütün halk bozulur ve ortalığı fitne, fesat kaplar. Düzen bozulur, devletin yıkılması kaçınılmaz olur." Zaman zaman da Hz. Ali'nin şu sözünü naklederdi: "Adalet; halkın dirliği ve düzeni, idarecilerin ise süsü ve güzelliğidir." İstanbul'un fethinden sonra üç papaz "Kendi dinimizden olan böyle zulüm yaparsa, başka dinden biri kim bilir neler yapar?" diyerek zindandan çıkmamışlardı. Bunu öğrenen Fatih Sultan Mehmed Han, papazların ellerine birer serbest dolaşma kağıdı verip, onlardan, memleketin her tarafını gezip görmelerini, Osmanlı Devleti ile Bizans'ı mukayese etmelerini istedi. Papazlar, birçok şehir dolaştılarsa da, bir mahkemeye tesadüf edemediler. Her kasabada kadı var, fakat dava yok. Birkaç ay dolaştıktan sonra, nihayet Bursa'da bir mahkemenin olacağını haber alıp, oraya koştular. Mahkemede kadı davacıya söz verdi: "Bir hafta önce bir at satın aldım. Evime götürüp bakımını yaptım. Ancak ertesi gün at rahatsızlandı. Gelip durumu size arz etmeyi düşündüm. Ancak o gün sizi bulamadım. Sonra da at öldü. Hükmünüzü talep ederim." Kadı, atı satanı da suçlayamazdı. Çünkü atın durumu ortaya çıkmamıştı. Öbürü de vaktinde müracaatı yapmıştı. Tek eksik taraf; kendisinin vazife yerinde bulunmamasıydı. Bunun için de atın fiyatını kendi cebinden ödeyip, davayı bitirdi kadı efendi. Papazlar buradan ayrılarak, artık başka yere gitmek ihtiyacını duymadan doğru İstanbul'a gelir ve hemen Fatih'in huzuruna çıkıp, derler ki: "Bundan sonra biz karar verdik, artık zindana çekilmeyeceğiz. Çünkü sizde bu adalet oldukça, dininizden olmayan Hristiyan papazların dahi zulme uğramayacağına inanmış bulunuyoruz!" Tarihte buna benzer daha nice yaşanmış olaylar vardır... İşte Osmanlı'nın kısa zamanda üç kıt'aya hükmetmesinin sırrı burada yatıyor... Tabiî ki yıkılmasının da!.. ------------------------------------------------------ Tel: 0 212 - 454 38 21 Faks: 0 212 - 454 38 29 www.mehmetoruc.com