Şeyh Şâmil, iki metreyi aşkın boyu, ilmi, sarsılmaz îmânı ve keskin bakışları ile herkesin dikkatini çeken mübârek bir zât; aynı zamanda ender rastlanan bir lider... Bugün, Kafkas Kartalı Şeyh Şamil'in vefat günüdür. Şeyh Şâmil, otuz yaşına kadar, tefsir, hadis, fıkıh, tarih ve fen ilimlerini öğrenen deha sahibi âlim ve velî bir zât idi. İlim tahsili esnasında Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerini tanıyıp ona bağlanmıştı. Memleketine dönünce, arkadaşı Gazi Muhammed ve Hamza Bey ile beraber Ruslarla yıllarca savaştı. Daha sonra, bu tecrübelerini ve dahiyane fikirlerini devreye sokarak İslâmiyeti Kafkasya'dan kaldırmak isteyen Rus ordusuna, bir avuç askeri ile yirmi beş yıl kan kusturdu. Rus kurmay subaylarını ve devlet adamlarını hayrete düşüren, târihte çok ender görülen kahramanlıklar gösterdi. 'KANIMIZIN SON DAMLASINA KADAR!' Şeyh Şâmil hazretleri, iki metreyi aşkın boyu, ilmi, sarsılmaz îmânı ve keskin bakışları ile herkesin dikkatini çeken mübârek bir zâttı. Aynı zamanda ender rastlanan bir lider idi. Allahü teâlânın dinini yaymak, dinin emirlerinin rahatça yapılabilmesini sağlamak ve Rusları Müslüman beldelere sokmamak için silâhının ve askerinin azlığına bakmadan, canı bahasında mücâdeleye girişti. Vur-kaç taktikleri ile kendilerine büyük zayiatlar verdiren Şeyh Şamil'i Ruslar, bütün gayretlerine rağmen yakalayamıyorlardı. Ele geçirememenin verdiği hınç ile, uzak ova köylerine baskınlar yaparak, müdafaasız insanlara işkenceler yapıyorlardı. Şeyh Şâmil, kendisi lider seçilince, Ruslara karşı mücâdelede halkın desteğini, azmini sağlamak için de dâhiyane taktikler geliştirdi. Halktan,"Bizler, kanımızın son damlasına kadar topraklarımızı koruyacağız. Dinimiz, vatanımız için her zaman Ruslara karşı koyacağız. Bu konuda size söz veriyoruz. Bu sözümüzde durmadığımız takdirde vereceğin cezâya râzıyız" sözü aldı. Ruslar gün geçtikçe, işkencelerini artırıyor, ellerinden gelen her türlü kötülüğü yapıyorlardı. Bu durum karşısında, halk ümitsizliğe kapıldı. Daha önce söz verip yemin ettikleri hâlde, sonradan Ruslarla anlaşma yapılmasına karar verdiler. Aralarında kura ile seçtikleri iki kişiye de Şeyh Şâmil'e kararı bildirme vazîfesi verdiler. Bunlar, kararı bildirmek için yola çıktılar. Fakat, kararı nasıl bildireceklerini kara kara düşünüyorlardı. İçlerinden birisi, "Şeyh Şâmil annesini çok sever. Ağlayalım, sızlayalım, kararımızı Şeyh Şâmil'e bu bildirsin" dedi. Bu iki kişi, Şeyh Şâmil'in bulunduğu Dargo'ya geldiğinde, o da yeni bir sefer için askerlerini toplamıştı. Onlara; "Düşman, topraklarımıza giriyor, kadın, çocuk, ihtiyar demeden müdafaasız kimselere işkence ediyor. Ruslar ancak şiddetten anlar. Dinimizi, vatanımızı koruyabilmek için savaş şarttır" diyordu. Şeyh Şâmil, düşmanla mutlaka savaşılması gerektiğini, cihâdın dinimizin emri olduğunu bildiren bir konuşma yaptıktan sonra, annesinin yanına gidip duâsını almak istedi. Annesi dedi ki: "Evlâdım! Uzak Çeçen köylerinden gelen iki kişi, oralarda Rusların yaptığı vahşetleri anlattılar. Çok üzüldüm. Bunlar, Ruslarla anlaşma yapılmasını istiyorlar. Bu isteklerini yerine getirsen olmaz mı?" BEYNİNDEN VURULMUŞA DÖNDÜ Bu sözleri duyan Şeyh Şâmil beyninden vurulmuşa döndü. Üstelik bu teklîfi kendisine ulaştıran kıymetli annesiydi. Onun için bir şey de söyleyemedi. Kendinden geçercesine sararıp soldu. Bitkin bir hâlde, zorlukla yere oturabildi. Böyle bir teklîfi kabûl etmek demek, dine, vatana saldıran düşmana göz yummak, yaptıklarını kabûllenmek demekti. Bu hâli gören annesi çok üzüldü. Oğlunun kalbine bir hançer sapladığını anladı. Sonra büyük bir pişmanlık içinde dedi ki: "Keşke dilim tutulsaydı da böyle bir teklîfte bulunmasaydım. Böyle bir teklîfte bulunmak demek, Ruslara yardım etmek demektir. Ben nasıl oldum da böyle bir gaflete düştüm. Yâ Rabbî beni affeyle! Bu işten dolayı cezam neyse çekeyim, âhirete kalmasın!" Annesi bu sözleri söyledikten sonra kimsenin yüzüne bakamadan evine çekildi. Şeyh Şâmil de her sıkıntılı zamanda yaptığı gibi kalkıp namaza durdu. Sonra Kur'ân-ı kerîm okuyup, başta hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri olmak üzere, din büyüklerini vâsıta ederek, duâ edip, Allahü teâlâdan yardım istedi. (Devamı yarın)