Hikâye bu ya; evvel zamanda, köyün birine bir kurt dadanmış. Gün geçmiyormuş ki, birkaç hayvanı parçalayıp telef etmesin. Köylüler bu işe bir çare bulmak için kurdu çağırıp, "Bu yaptığın nedir?" diye sormuşlar. Kurt, "Açlıktan öleyim mi? Karnımı doyurmak için yapmak zorunda kalıyorum" demiş. Köylüler "Tamam da, karnını doyurmak için 3-5 hayvanı öldürmeye ne gerek var?" demişler. O da "Sizinki de söz mü yani? Benim elimde terazim yok ki. Göz kararı tespit edip parçalıyorum işte" cevabını vermiş... Köylüler, aralarında konuşup, kurda şöyle bir teklifte bulunmuşlar: "Biz düşündük ki; sana günde bir buçuk okka et yeter. Sırayla, her gün bu kadar et vereceğiz; filan yerden gel al!" Kurt da, köylüler de memnun olmuşlar bu anlaşmadan. Hemen ertesi gün, belirlenen yere et konulmaya başlanmış. Sırası gelen, söz verilen eti bırakıyormuş. Kurt da sözünde durduğu için, hayvanlar da korkusuz yaşıyorlarmış... "EŞEK BİR, SIPASI YARIM OKKA" Aradan biraz zaman geçince, antlaşma sulandırılmış. Kurdun eti önce azaltılmış; kurt sesini çıkarmamış. Sonraları, bununla da kalınmamış; günlerce et götüren olmamış kurda. O da bakmış olacak gibi değil, böyle giderse açlıktan ölecek; çıkmış ava... Köyün kenarında otlayan merkep ile sıpasını bir çırpıda halletmiş. Hemen kurdu çağırıp hesap sormuşlar. Kurt, "Bu konuda bana bir şey söylemeye hakkınız olmaması lâzım. Antlaşmayı bozan sizsiniz. Neredeyse açlıktan ölecektim. Etimi azalttınız, ses çıkarmadım. Fakat daha sonra, günler geçtiği hâlde hiç et getirmediniz. Baktım olacak gibi değil, "Bari gidip kendi işimi kendim göreyim!" dedim. Önüme ilk çıkan merkep ile sıpasıydı, onları yedim. Köylüler itiraz etmişler: "Tamam, sözlerinde haklısın, biz anlaşmaya uymadık. Ancak, bu işte sende de suç var. Seninle bir buçuk okka üzerinden anlaşmıştık. Sen gidip yüz okkalık koskoca eşeği ve sıpasını nasıl yersin?" Kurt cevap vermiş: "Bana göre; yediğim, hakkımdan fazla değildi. Daha önce de size söyledim. Elimde terazi olmadığı için eşeği bir, sıpasını da yarım okka kabul ettim. Böylece sözleşmenin dışına çıkmamış oldum..." Bu cevaba ne denir? Köylüler de birbirlerine bakışmışlar, diyecek söz bulamamışlar. Bir toplumda gerçek adaleti sağlayabilmek için, tarafların değer ölçülerinin aynı olması, farklı olmaması lazımdır. Kilogram, dünyanın her tarafında 1000 gramdır. Kişilere göre bu azaltılır veya çoğaltılırsa orada adaletli bir paylaşımdan bahsedilemez. Haklıyı haksızı ayırmada terazi, yani adalet çok önemlidir. Teraziler farklı, değerler farklı olunca da adaleti sağlamak mümkün olmaz. Adalet adı altında zulüm yapılır. Tarihte adaleti tesis eden, devletler, milletler uzun müddet ayakta kalmışlar, adaleti sağlayamayanlar ise yok olup gitmişlerdir. "SUÇ İŞLEYEN KIZIM FATIMA DA OLSA!" Dinimiz adalete çok önem vermiştir, adaleti dinin esaslarından saymıştır. Adalet dağıtımında kimseye ayrıcalık göstermemiştir. Peygamberimiz zamanında, zorbalıkları ile meşhur Benî Mahzum kabilesi vardı. Kendilerinden biri suç işlediğinde cezalandırmazlar; fakat başka kabileden ise, en ağır şekilde cezalandırırlardı. Mekke'nin fethinden sonra da Müslüman olmalarına rağmen bu âdetlerine devam etmek istediler. Hırsızlık yapan Fatıma isminde bir kadının affedilmesi için, Hazreti Üsame'den Resûlullaha ricada bulunmasını istediler. Resûlullah Hazreti Üsame'yi çok severdi. Fakat bu ricadan, Resûlullahın hiç de memnun olmadıkları, mübarek yüzlerinden belli olmuştu. Hazreti Üsame çok üzüldü yaptığı bu aracılıktan. Hemen özür beyan edip, mahcup hâlde dışarı çıktı. Peygamber efendimiz gereken cezayı kadına verdirdi. Sonra Müslümanları Mescid-i Nebevî'ye toplayarak, hukuk tarihine altın harflerle yazılan şu hutbeyi irat buyurdu Allahın Resûlü: "Ey eshabım! Şunu iyi bilin ki, Allahü teâlâ, eski kavimleri halkın arasında adalete riayet etmedikleri için perişan ve helâk etmiştir. Onlar, içlerinden itibarlı biri suç işlediği zaman ceza vermezlerdi; fakat zayıf biri aynı suçu işleyecek olsa, bunun hakkında tereddüt etmeden cezasını tatbik ederlerdi. Allaha yemin ederim ki, suç işleyen kızım Fatıma da olsa yine cezasını veririm!.."