Dînimiz her husûsta olduğu gibi, evlilik husûsunda da nelere dikkat etmek gerekli olduğunu bildirmiştir. Dikkat edilecek husûslardan biri de, evlenilecek kadının güzel huylu olmasıdır. Eğer güzel huyu esas alınmaz, mesleği, kariyeri esas alınırsa kişinin hem dünyası hem de âhıreti kararır. Huzur yuvası olması gereken ev Cehennem azabına dönüşür. Bunun nice acı örnekleri vardır. Sadece güzellikten, tahsilden yola çıkan yolda kalır. Bu kaide sadece bizim için değil, her millet için geçerlidir. Meselâ, Üçüncü Napolyon dünyanın en güzel kadını sayılan Teba Kontesi Marie Evgenie ile evlenmeye karar verdiğini açıkladığında, ortalık karıştı. Tecrübeliler, "Bu iş olmaz" dediler. Napolyon tepkilere kulak asmadı. "Sevdiğim kadını tercih ediyorum" diyerek güzelliği esas alarak evlilik kararını gerçekleştirdi. İkisi de birbirlerini çok seviyorlardı. Şöhretliydiler. Güzeldiler. Büyük servete sahiptiler. İyi bir öğrenim görmüşlerdi. Fakat bir şey eksikti. O da, kadın, güzelliğinin aksine çok huysuzdu. Napolyon'un gözünü güzellik kamaştırdığı için, bu yönünü göremedi. Fakat çok geçmeden bu evlilik yıkıldı. Ne Evgenie'nin imparatoriçe olması, ne aşklarının kuvveti, ne de tahtın göz kamaştırıcı kudreti bu evliliğin yok olmasını önleyemedi. Evgenie, Napolyon için tam bir baş belâsı olmuştu. Şüpheler içinde kıvranan Evgenie, Napolyon'un en meşgul anında yanına gider, en önemli görüşmelerini keser, bağırır, çağırırdı. Aklına estikçe kızkardeşinin yanına kaçar, eşini şikâyet eder, ağlar, sızlar, sonunda dönüp yine Napolyon'a hakâretler yağdırırdı. Bir sürü muhteşem sarayın sahibi olan Napolyon, bir an başını dinleyebilmek için bir oda bulmaktan âciz kalıyordu. Karısının o eşsiz güzelliği, onun için korkulu rüyâ hâline gelmişti. Eskiden onun yüzüne baktığında rahatlayan Napolyon, artık onun yüzünü görmediği anlar rahat olabiliyordu. Huysuzluğun zehirli dumanları, bu evliliği de boğmuştu. Kadın dırdırı bir imparatoru bile evinden kaçırtmıştı. *** Meşhur Rus yazarı, Tolstoy da güzelliği dillere destan, iyi öğrenim görmüş bir kadınla evlenmişti. Kısa zaman sonra, karısının bir işkence makinesinden farkı kalmamıştı. Tolstoy düşündüğü gibi yaşamak istediğini söyledikçe, karısı kendini yerlere atar, yeminlerle intihâr edeceğini söyler, ağlar, bağırır, çağırır, hakâret ederdi. Öyle bir an geldi ki, Tolstoy'un biricik isteği bu sinir krizlerinden kurtulabilmek oldu. Etrafına yalvarıyordu: "Ne olur, karımın yanıma gelmesine müsaade etmeyin!" En sonunda, evindeki bu Cehennem hayatı, içindeki huzuru tarumar etti. Karlı bir gecede soğuk karanlığa doğru atıldı. Evinden uzaklaştı. Onbir gün sonra bir istasyonda zatürreeden ölürken, yine tek isteği vardı: "Karımı yanıma sokmayın! Mezarıma da gelmesin!" Kötü huylu bir kadının güzelliği, kariyeri çirkin insana güzel bir elbise giydirmeye benzer. Elbisenin güzelliği o şahsa hiçbir şey kazandıramadığı gibi; kötü bir huyun yerleştiği vücûdun güzelliği de ona hiçbir asâlet kazandıramaz. İstanbul'da yirmi yıl boşanma davalarına bakan meşhûr bir avukat diyor ki: Kocaların evlerini terketmelerinin en önemli sebebinin, karılarının dırdırı olduğunu gördüm. Çoğu kadın, işte evliliklerinin mezarını böyle kazıyorlar. Aile hayatınızı huzurlu kılmak ve evliliği Cehennem azâbına çevirmemek için, herşeyden önce kadında güzel huy aramalıdır. Sevgili Peygamberimiz, 1400 sene evvel aile huzurunun folmülünü şöyle bildirmiştir: "Kadın, ya malı için veya güzelliği için, yâhud dîni için alınır. Siz dîni olanı, güzel huylu olanı alınız! Malı için alan, malına kavuşamaz. Yalnız güzelliği için alan, güzelliğinden mahrûm kalır."