İstanbul, dünyanın incisidir... Boğazı, coğrafik yapısı, iklimi ve en önemlisi, tarihî özellikleri ile dünyada bir eşi benzeri olmayan bir şehirdir. Bütün dünyanın başşehri olmasına layık bir şehirdir. Bunun için, Fâtih Sultan Mehmed, "Dünyâda tek bir din, tek bir devlet, tek bir pâdişâh ve İstanbul da cihanın payitahtı olmalıdır" demiştir. Bir şey ne kadar kıymetli ise, ona kavuşmamıza vesile olan kimselere de o kadar şükran borcumuz artar. Bunun için maddi ve manevî değeri eşsiz bu nadide şehri fethedip bizlere armağan eden zatları da unutmamamız lazım. İstanbul'un fethi denilince, Fatih Sultan Mehmed Handan sonra fethin manevî kumandanı Akşemseddin hazretleri akla gelir. Bugün bu mübarek zatın ölüm yıl dönümüdür. Bu vesile ile kendisinden bir nebze bahsederek, ona karşı olan şükran borcumuzu hatırlatmak istedim. Akşemseddîn hazretleri, büyük âlim, üstâd, hekim ve velî bir kimsedir. Evliyânın büyüklerinden Şihâbüddîn-i Sühreverdî'nin neslindendir. Soyu, Hazreti Ebû Bekr-i Sıddîk'a ulaşır. Hocası Hâcı Bayram-ı Velî hazretleridir. Hâcı Bayram-ı Velî; saçının, sakalının ağarması ve ak elbiseler giymesi sebebiyle Akşemseddîn lakabını vermiştir. Zincirle, zorla gelen!.. Akşemseddîn hazretleri, devamlı takvâ üzere bulunurdu. Yüksek ahlâk sâhibi idi. Ondaki bu hâlleri görenler ve bilenler, kendisine, zamanın büyük velîsi Hâcı Bayram hazretlerine gitmesini tavsiye ettiler. Bu tavsiyelere uyan ve tasavvuf yolunda yükselmek isteyen Akşemseddîn hazretleri, müderrislik görevini bırakarak, Ankara'ya geldi. Rastladığı bir kimseye, Hâcı Bayram-ı Velî'yi nerede bulabileceğini sordu. O da karşı sokakta, yanında iki talebesiyle gezen bir zâtı göstererek "İşte şu gördüğün, dükkân dükkân gezerek para toplayan kişi Hâcı Bayram'dır" dedi. Bu halini beğenmeyip geri döndü. Meşhûr velî Şeyh Zeynüddîn-i Hâfî hazretlerine talebe olmak gâyesiyle Haleb'e doğru yola çıktı. Yolda gördüğü rüya kendini şaşkına çevirmişti. Rüyâsında boynuna takılan bir zincir, Hâcı Bayram'ın elindeydi. Akşemseddîn, Haleb'e gitmek istedikçe Hâcı Bayram zinciri çekiyordu. Tam boğulmak üzere iken uyanmıştı. Rüyâ, tabîri gerektirmeyecek kadar açıktı. Tekrar Ankara'ya gelip, Hâcı Bayram-ı Velî'nin dergâhına ulaştı. Yemek vakti gelince, Akşemseddîn'in yüzüne bakmadı. Yemeğini de köpeklerin arasına koydurdu. Akşemseddîn, bir onlara, bir de kendine bakarak, nefsine; "Sen buna lâyıksın!" diyerek, köpeklerin arasında tabağından yemeye başladı. Hâcı Bayram-ı Velî, onun bu tevâzuuna dayanamayarak; "Gel aramıza, kalbimize girdin, gel yanıma!" diyerek gönlünü alıp, sofrasına oturttu. Sonra da; "Zincirle, zorla gelen misâfiri böyle ağırlarlar" buyurdu. Hocasına tam bağlılığı ve ihlâslı gayreti sebebiyle, kısa zaman sonra Hâcı Bayram-ı Velî hazretlerinin halîfesi olmakla şereflendi. Artık o da hocası gibi tasavvufta zirveye ulaşıp, halkı irşâd etmeye başladı. Hâcı Bayram-ı Velî hazretlerinin terbiyesiyle irşâd makâmına yükselen Akşemseddîn hazretleri, önce Beypazarı'na, daha sonra da Göynük'e yerleşti. Burada halkı irşad eder, sık sık da, Ankara'ya gidip hocası Hacı Bayram-ı Veli'yi ziyaret ederdi. "Biz göremeyiz!" Osmanlı Sultânı İkinci Murâd Hân, Hâcı Bayram-ı Velî'yi son derece severdi. Hacı Bayram, fırsat buldukça, kendisini ziyâret ederdi. Bir defasında, dört yaşındaki oğlu Şehzâde Mehmed'i de (Geleceğin Fatih Sultan Mehmed'i) huzura getirtip Hâcı Bayram'ın elini öptürmüştü. Sultân Murâd Hân, sohbet sırasında Hâcı Bayram'a dedi ki: - Efendim, İstanbul'u alıp, kâfir diyârını İslâmın nûru ile nûrlandırarak, çan çınlamaları yerine ezân seslerinin yükselmesini arzû ederim. Bu husûsta duâlarınızı beklerim. Hâcı Bayram-ı Velî buyurdu ki: - Allahü teâlâ, ömrünüzü ve devletinizi ziyâde etsin. Yalnız, İstanbul'un alındığını sen ve ben göremeyiz. Sonra da, Şehzâde Mehmed ile Akşemseddîn'i göstererek buyurdu ki: - Ama şu çocukla bizim Akşemseddîn görürler. (Devamı yarın)