Firavun, Musa aleyhisselama ilmî ve aklî yollardan cevap veremeyeceğini anladığında, yalan ve iftiraya başladı. Alay edici bir tavırla orada bulunanlara dedi ki: "İşte bu, size gönderilen peygamberiniz(!) elbette, muhakkak bir mecnundur. Delidir. Ben, ona bir şeyden suâl ediyorum; o, başka şeyden cevap veriyor." Musa aleyhisselâm şöyle cevap verdi: "Allahü teâlâ, doğu ile batının ve ikisi arasında bulunan her şeyin, bütün kâinatın Rabbidir. Eğer aklınız varsa, bunun üstünde cevap olmadığını iyi bilirsiniz. Doğuyu, batıyı, güneşin seyrini inkâr eder misiniz? Çünkü her gün gözlerinizin önünde cereyan eden bir hâdisedir. Güneş doğup âleme ışık veriyor. Allahü teâlâ onu hareket ettiriyor. Güneş batıdan batıyor. Karanlık gelip, gece oluyor, istirahat ediyorsunuz. Ziyayı, parlaklığı giderip karanlığı getiren kimdir? Bunu idrak etmeniz lâzımdır. Eğer aklınız varsa, bunları düşünmelisiniz." Musa aleyhisselâm böyle söylemekle, Firavun'u rezil etti. Çünkü Firavun; "Güneşi ben yarattım. Ben sevk ve idare ediyorum!" diyemezdi. Dese bile, kimse inanmaz, bunun apaçık bir yalan olduğu anlaşılır ve gülünç duruma düşerdi. Firavun, Musa aleyhisselâma makul cevaplar veremeyeceğini, yalan ve iftira olan sözlerle bir yere varamayacağını ve onu susturamayacağını anlayınca, derhal tehdide başladı. Bunun için Hazreti Musa'ya dedi ki: - Yemin ederim ki, eğer benden başkasını ilâh, mabut edinirsen, ben elbette, muhakkak seni hapse atarım! Firavun, Hazreti Musa'ya söz ile galip gelemeyeceğini anlayınca, böyle tehditlere başladı. Hazreti Musa Firavun'a sordu: - Ya sana davamın doğruluğunu ispat eden apaçık bir mucize getirmişsem, yine beni zindana atar mısın? - Eğer peygamberlik davasında sadık isen, haydi mucizeni getir! Musa aleyhisselâm asasını yere bıraktığında, bir de ne görsünler? Asa apaçık bir ejderha, büyük bir yılan oluverdi. Bu öyle bir ejderha oldu ki, ejderhalığı apaçık idi. Sağa sola saldırıyordu. Sihirle, görünüşte ejderhaya benzeyen şekil almış bir hâl değildi. Ona hiç benzemiyordu.