Geçmişini kötüleyen, geçmişinden utanan, hatta inkâr eden bizim gibi bir millet az bulunur; belki de hiç yoktur. Nasıl ki her insan hata yaparsa, milletler de devletler de hata yapar. Önemli olan hatalardan ders alıp tekrarlamamak; faydalı yönlerini geliştirip devam ettirmektir. Bu da geçmişi tümüyle inkâr etmekle değil bilakis iyi öğrenmekle sağlanabilir. Bugün dünyanın süper gücü olan ABD'de bile ilim adamları, devlet adamları Osmanlı'yı yakın mercek altına almışlardır. Birçok farklı kültürdeki, dindeki, dildeki insanları Osmanlı altı asır nasıl bir arada tutabildi, bunun sırrını araştırmaktadırlar. Eski başkan Clinton ve ondan önceki başkanlar, "Osmanlı'dan çok istifade ettik" demişlerdir. Herkes bizim geçmişimizden, kültürümüzden istifade ederken biz niçin mahrum kalalım? Yalnız ABD devlet adamları değil, Batı'da Doğu'da çeşitli siyasi görüşteki birçok devlet adamı Osmanlı'dan çok şey öğrenmiştir. Bunları açıkça da ifade etmişlerdir. Örneğin yazarlarımızdan Emekli Büyükelçi Oğuz Gökmen Beyin, "Bir Zamanlar Hariciye" kitabında naklettiği Yugoslavya'da görevli iken geçen şu anekdot çok ibretlidir: "Bir gün, üst düzey protokol ile ava çıkmıştık. Av sonunda, av partisine başkanlık eden Protokol Genel Müdürü Büyükelçi Villius, av tekmilini verdi. Her sefirin vurduğu av miktarını söyledi. Sıra bana gelince Devlet BaşkanıTito bana "Osmanlı" diye hitab ederek: "İyi iyi ama hiç domuz vuran olmamış, sen de vuramamışsın!.." dedi. Kendisinin vurduğu üç büyük yaban domuzu yerde yatıyordu. Bana "Siz Osmanlılar yemezsiniz ama domuz öldürmeyi seversiniz!.." dedi ve arkasından gevrek bir kahkaha attı. Altında kalmadım. Cevap verdim; "Bizim önümüze avın böylesi çıkarılmadı ki!" dedim. Güldü, "Sizler için Macaristan'dan özel olarak beslenmiş sülünler getirttik!.." dedi. Gerçekten de öyle imiş. Kendilerinde pek kalmamış, Macarlar yetiştiriyormuş kafeslerde getirip Kara Yorgi ormanlarına salıvermişler. Zavallı mahlukların, silah sesini duyar duymaz yaralı veya değil patır patır düşmeleri de anlaşılan bu yüzden olmalı idi. Bazıları yere düştükten sonra toparlanıyorlar koşmaya başlıyorlardı. Tito çok keyifli idi. Bana; "Bu sülünler Mohaç'tan kaçmışlar, Osmanlı'dan kaçmışlar!.." diyerek latife etmek istedi. Kendisine "Bizler artık Osmanlı değiliz!.." diyecek oldum. Daha tercümeyi beklemeden, "Osmanlısınız bre. Osmanlısınız... Ne çekiniyorsun Osmanlı'yım demekten? Biz bu memlekette altı milleti bir arada yaşatmayı, yönetmeyi Osmanlı'dan öğrendik!" dedi. Görüyorsunuz, yabancılar bile "Osmanlı'yız" demekten çekindiğimizi biliyorlar... Aslında bu geçmişi kötüleme ret etme yeni değildir. Geçmiştete her yeni rejimde çok tekrarlandı. İkinci Meşrutiyetçiler kendi varlıklarını, düşüncelerini kabul ettirebilmek için, daha önceki dönemi, bir felaket olarak gösterdiler. Eğer bunlara değer verilirse o rejimin tekrar geleceğini söylediler. Bu devirde yapılan faydalı işleri söylemek bunlardan istifade etmek imkansız hale geldi. Çünkü bunları savunmak en büyük gericilik olarak empoze edilmişti. Böylece geçmiş devir hakkında sadece olumsuz hükümler veren, yani objektif olmayan bir tarih hakim oldu. Son devir değerli ilim adamlarımzadn Prof. Erol Güngör bu tür düşüncelerin yanlışlığını ortaya koyduktan sonra neticeyi şu şekilde bağlıyor: "Korkunun sebebi geçmişe duyulan hayranlığın Türkiye'yi eski rejime götürebileceğidir. Eski zamana hasret duyanlar çıkabilir, fakat "ilerilik" aşkıyla tarihe engel olanların bütün gücü katılacak olsa yine hiç kimse eskiyi geri getiremez. Bir kimse Marmara'nın Konya Ovası'na akıtılabileceğini söylese bu fikir çok saçma bulunabilir, ama bunun gerçekleşeceğinden korkmak asıl büyük saçmalıktır. Dolayısıyla olmayacak şeyler üzerine korkular bina etmenin hiçbir faydası olamaz."