Allah adamları bulundukları sohbet ortamlarında gıybet kapısını kapalı tutarlardı. Konuşmalarında kimseyi çekiştirmezler ve başkalarının çekiştirmelerine de mani olurlardı. Toplantılarının, fısk, günah toplantısı olmasından korkuyorlardı. Kazandıkları sevabların kıyamet günü, bir tek gıybetin kirini gideremeyeceğini düşünürlerdi. Şeyh Efdalüddin derdi ki: "Ben, bazı vakitler sâlih amellerden çokça yapıyorum ki, kıyamet gününde hasımlarımın bende bulunan haklarına karşılık verecek bir şeyim bulunsun." Allah adamları halifelerine şöyle nasihat ederlerdi: Arkadaşlarını gıybet ve koğuculuktan menedesin; sakın onları, sükût ederek müsamaha ile karşılamayasın. Aksi halde bu günahta onlarla sen de ortak olursun ve hepiniz "fâsıklık" ile sıfatlanırsınız. Peygamber Efendimiz buyurdu ki: "Mi'raçla şereflendiğim gece cehenneme baktığım zaman öyle bir kavim gördüm ki, cife yiyorlar. Dedim ki: 'Yâ Cebrâil, bunlar kim?' Cebrâil: 'Bunlar, insan eti yiyenlerdir' cevabını verdi." Hazreti Câbir şöyle anlatmıştır: Fena kokulu bir rüzgâr esmişti de biz; "Yâ Resûlallâh, bu rüzgârın kokusu ne kadar fena?" diye sormuştuk. Bunun üzerine buyurdular ki: "Bir kısım münafıklar bazı Müslümanları gıybet ettiler de ondan bu fena koku yayıldı." Oruç tutan iki kadın iftar vaktini beklerlerken bayıldılar. Bunun üzerine Hazreti Peygamber onların huzura getirilmesi emrini verdi. Huzura gelince kendilerine gelenlerden birine bir kap verip 'Bunun içine istifra et' dedi. O da irin, kan ve sarı sudan oluşan bir kusmuğu kaba dolduruncaya kadar boşalttı. Hazreti Peygamber diğerini de istifra ettirdi. Efendimiz şöyle buyurdu: "Muhakkak bu iki kadıncağız, Allahü teâlânın kendilerine helâl kıldığı nimetlerden oruç tutup yemediler, fakat kendilerine haram kıldığı şeyle iftar ettiler. Biri diğerinin yanına oturdu. Başladılar başkalarının gıybetini yapmaya..." Tel: 0 212 - 454 38 21 www.mehmetoruc.com e-mail: mehmet.oruc@tg.com.tr