İki gün önce, ilk hac kafilesini mukaddes mekanlara uğurladık. Her sene olduğu gibi bu sene de, hac farizasını eksiksiz yerine getirebilmeleri için, hacca gideceklere eğitimler verildi. Maket üzerinden, Kâbe-i şerif ve diğer mekanlar tanıtıldı. Kâbe-i şerife bakıldığında, ilk göze çarpan eşsiz güzelikteki Kâbe-i şerifin örtüsüdür. Bu hafta bu vesile ile, Kâbe-i şerifin örtüsü hakkında; ilk ne zaman örtüldü, nerede, nasıl yapılır kısaca bilgi verdikten sonra, ilk Kâbe örtüsünün ibretli hikayesini sunmak istiyorum. Kâbe'nin tamamını kuşatan, kisve denilen bu örtü siyah ibrişimden yapılır. Üzeri altın yaldız sırma yazılarla tezyin edilir, süslenir. Kâbe'ye ilk örtü giydiren hakkında çok değişik rivayetler vardır. Tarihte Kâbe'yi örtme işi değişik kabileler tarafından yardımlaşarak yapılmıştır. Hz. Ömer zamanında ilk olarak Kâbe beyt-ül maldan örtülmüştür. Bundan sonra Kâbe örtüsü hükümetlerin sorumluluğunda olmuştur. 'Kisve'nin yapılışı Kâbe'nin örtüsü üç bölümden meydana gelmektedir. Kâbe'nin dış örtüsü, iç örtüsü (astar) ve kuşak bölümü. Bunların hepsi şu anda Mekke'de bulunan Kâbe örtüsü fabrikasında dokunmaktadır. Bu seneki, Kâbe'nin yeni örtüsü (kisve) tamamlandı. Her yıl yenisi hazırlanan ipek örtü, arefe günü eskisiyle değiştirilecek. Tamamen doğal ipekten yapılan örtünün maliyeti 20 milyon Suudi Arabistan Riyalini (yaklaşık 7.5 milyon YTL) buldu. Toplam alanı 658 metrekare olan örtü 14 metre uzunluğunda, 101 santimetre genişliğinde ve 47 parçadan oluşuyor. Dokumada, 450 kilo ipek kullanılıyor. Siyah renkle boyanan örtünün üzerinde, 95 santimetre eninde ve 47 metre uzunluğunda, İslam sanatının örneklerini yansıtan işlemelerin bulunduğu ve âyetlerin yazılı olduğu sarı bir kuşak bulunuyor. Kâbe'nin örtüsü her yıl arefe günü değiştiriliyor ve Kâbe, bayramın birinci günü, Arafat'tan dönen milyonlarca hacıyı yeni örtüsüyle karşılıyor. Yavuz Sultan Selim Han, Hicaz bölgesini fethettiğinde kutsal bölgelere özel önem gösterdi ve "Hadimül Harameyn", yani "kutsal mekanların hizmetçisi" lakabını aldı. Kâbe'nin örtüsüne özel önem gösteren Yavuz Sultan Selim, örtünün Mısır'da büyük bir dikkatle dokunmasına önem verirdi. Şimdi gelelim, Kâbe-i şerifin (bir rivayete göre) ilk örtüsü ile ilgili kıssamıza: Âhir zaman peygamberi olan peygamberimiz Muhammed aleyhisselamdan bin yıl önce, Orta Doğu'da, Humeyr ibni Redi, isminde bir hükümdar vardı. Bunun kalabalık sayıda vezir ve yardımcıları ile kuvvetli bir ordusu vardı. Kendisi Müslüman değildi. Ateşperest idi yani ateşe tapıyordu. Buna rağmen kendilerine pek kıymet verdiği, işlerini danıştığı dörtyüz kişi vardı ki, hepsi has Müslüman ve âlimdi. Humeyr, bir gün maiyeti ile birlikte tantanalı bir hâlde Mekke'ye geldi. Fakat O'nun gelişi Mekkelileri alâkadar etmedi. Herkes işinde ve her şey akışında idi. Bu soğuk karşılama hükümdarın fenâ şekilde canını sıktı. Vezirlerini huzûra çağırdı ve halktaki bu kendinden eminliğin sebebini sordu. Vezirler: - Buranın insanları Araptır; asil kimselerdir efendimiz. Kâbe'nin korunması onlara verilmiştir. Bundan dolayı değerleri yükselmiştir. Beytullah'ın bakıcısı olmanın verdiği şerefle size itibar etmemiş, soğuk davranmış olabilirler. Humeyr'in kafasında haince bir plân doğdu; Kâbe'yi yıkacak, halkı öldürecek ve şehri askerine yağmalatacaktı. Ancak bu fikirle beraber ve aynı hızla kafasına bir şey daha girmişti: Müthiş bir ağrı!.. Ağrının şiddetinden, burnundan ve gözlerinden, kimsenin yanına yaklaşamadığı pis kokulu bir sıvı akmaya başladı. Kötü düşüncenin bedeli! Günler ilerliyor; baş ağrısı, her an şiddetini artırıyordu. Bütün sağlık arayışları neticesiz kalınca; o, ülkeler hakimi Humeyr, yaşamaktan yana iyiden iyiye karamsarlığa düştü. Ama yine de şifâ aramaktan geri durmuyordu. Hastalığına bir çâre bulması için baş vezirine emir verdi; o da hekimlere. Hekimler, o güne kadar görülüp, işitilmemiş bu hastalığı iyileştirmek için günlerce uğraştılar. Fakat bütün gayretler nâfileydi. Emekler boşa gitmiş; çâre bulunamamıştı. Bunun üzerine bir de din adamlarına danışıldı. Âlimler, bu amansız dert için düşünmeye başladılar. Bir âlim, uzun uzun düşündükten sonra, hastalığın kötü düşünceden kaynaklandığını anladı. Baş vezire giderek: "Hükümdar şâyet sırrını bana açar ve sorularımı cevaplandırırsa, derdinin dermânını söylerim" dedi. (Devamı yarın)