Dün, geçen haftaki 10. Dönem İslam Konferansı toplantısında, Malezya Başbakanı Dotuk Mahathir Bin Muhammed'in Osmanlıyı suçlamasından bahsetmiştim. Toplantıda sayın Başbakanın mesnetsiz suçlamasından ziyade, en çok üzüldüğüm husus, 50 ülkenin temsilcisinden ve ülkemizdeki basından en ufak bir tepkinin gelmemesidir. Çoğu gazete tepki göstermeyi bırakın, Osmanlıya hakaret bölümünü yayına bile sokmadı. Batı'nın sömürge ülkelerinde yıllardır yaptığı Osmanlıyı kötüleme, propagandasından Türkiye'nin de payına düşeni aldığı anlaşılıyor. Bilmiyorum sizin dikkatinizi çekti mi? Bu toplantı sebebiyle bir de şu husus benim dikkatimi çekti. Malezya başbakanın dinde reform talebine tepki olmadığı gibi, Türkiye temsilcileri "İslam dünyasında ciddi bir yenilenme ve reform sürecine ihtiyaç var. Cesur kararlar alınıp İslamın çıtasını yükseltmeliyiz" sözleri ile destek verdi. Aynı gün Türkiye'de gazetelere boy boy "Dinin modernize" edilmesi gerekir. "Dindarlığımızı içinde bulunduğumuz ortama uydurmak gerekir. Dini biraz hafifletmek gerekir.Yapacağımız şey, insanların din algılamasını düzeltmek, tarihten bulaşmış şeyleri ayıklamak. Sarıklı cüppeli bir dini otorite istemiyoruz. Dinde aslolanın Allahı sevmektir. Onun dışındaki, namaz kılma, oruç tutma... gibi şeyler bireysel tercihtir" türünden demeçler verildi. Gazetelerdeki, açıklamalar yetmedi, aynı gün canlı televizyon programlarına çıkılarak refom fikri vurgulandı: "Bugün yaşanan İslam, Emevi, Osmanlı İslamıdır. 21. Asırdayız, eski uygulamalara bağlı kalamayız. Zamanımız şartlarına göre, İslamı yeniden dizayn etmeliyiz. Dinimiz neleri yiyeceğimizi, içeceğimizi bildirmez. Sadece iyi bir insan nasıl olur onu bildirir" türünden açıklamalarla "Reform" arayışları tekrarlandı. Dün ve önceki gün de, uluslararası düzeyde,"Dinlerarası Diyalog Olanakları ve Engeller" konusu İstanbul'da tartışıldı. Sizce bu üst üste yapılan konuşmalar, yönlendirmeler bir tesadüf müdür yoksa, belli bir merkezden düğmeye basma ürünü müdür? Bana sorarsanız ikinci şık daha kuvvetli. Hepsi söz birliği etmişçesine aynı şeyleri söylüyorlar çünkü. Söylenenler de, Batı'nın, Vatikan'ın el altından İslam âlemine enjente ettiği fikirler. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, artık İslam alemi isimleri Müslüman da olsa, Batı gibi düşünmekte, Batı gibi yaşamaktadır. Batının da istediği zaten budur. Duydunuz mu bilmiyorum Hıristiyan aleminde, "İnvisible Church" yani "Gözle Görünmeyen Kilise" diye bir kavram vardır. Vatikan'ın iç yüzünü anlatan, Müslümanları Hıristiyanlaştırmak için çevirdikleri dolapları belgeleri ile ortaya koyan Aytunç Altındal "Vatikan ve Malta Şövalyeleri" (Yeni Avrasya Yayınları-0312 4304323) kitabında kendi dillerinden bu tabirin ne mana ifade ettiğini şöyle bildirir: "Şahısların Müslümanlıktan Hıristiyanlığa geçmesi gerekmez. Oldukları yerde, oldukları gibi kalsınlar. Ama bizim istediğimiz gibi düşünsünler. Fakat Müslüman gibi düşündüğüne, Müslüman gibi yaşadığına inansınlar..." Bugünkü İslam âleminin durumuna bakınca, bu hususta ne kadar mesafe aldıkları açıkça görülüyor değil mi? Şimdi gelelim yukarıdaki iddialara: Dün bahsettim, varlık sebebi İslamiyeti yaşamak ve yaşatmak olan, bu konuda hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan Osmanlının yaşadığı İslam yanlış; bunlarınki doğru, öyle mi? İslama Batı'nın penceresinden bakan kimselerin getireceği İslamın doğru olma ihtimali var mı sizce? Maksat, sadece Allahı sevmekmiş. Sevmenin alameti namaz kılmak, oruç tutmak değil mi? Papa'nın, papazın cübbesi takkesi; elektronik çağda iki bin yıllık ibtidai bir şekilde el ile çan çalması gericilik değil, imamların cübbesi, sarığı gericilik öyle mi? Daha önce de bildirdiğimiz gibi, Batı'nın dolayısı ile bunların borazanlığını yapan sözde aydınların yeni, modern İslamdan anladıkları, emir ve yasağı olmayan, (aynen Hıristiyanlıkta olduğu gibi) nakle yani vahye dayanmayan insanların düşüncesine dayalı felsefi bir sistem.