Bir gün, Resul aleyhisselam ümmetinin halini düşünüp "Allahım! Ümmetimi! Allahım! Ümmetimi..." diyerek ağladı. Bunun üzerine, yüce Allah, "Ey Cebrail! Habibime git! Senin Rabbin daha iyi bilir olmakla beraber, Ona sor ki: Ne için ağlıyordur?" buyurdu. Cebrail, gidip sordu. Resul aleyhisselam da anlattı. Yüce Allah "Ey Cebrail! Habibime git! Ümmeti hakkında kendisini razı kılacağımızı ve umutsuzluğa düşürmeyeceğimizi kendisine söyle!" buyurdu... Bir defasında bir Arabi gelip kendisine bir şeyler vermesini Peygamberimizden istemişti. Peygamberimiz de, ona bir şeyler verdi ve "Sana ihsanda bulunmuş oldum mu?" diye sordu. Arabi "Hayır! Sen, bu kadar şeyle ne bir ihsan, ne de, bir iyilik yapmış oldun!" dedi. Müslümanlar, kızdılar ve ona doğru vardılar. Peygamberimiz, sakin olmalarını, geri durmalarını Müslümanlara işaret buyurdu. Sonra, kalkıp evine girdi. Haber salıp Arabiyi eve çağırdı. Kendisine verdiğini artırdı ve razı etti. "Şimdi, sana ihsanda bulunmuş oldum mu?" diye sordu. Arabi "Evet! Allah, senin ev halkını ve kabileni hayırla mükafatlandırsın!" dedi. Peygamberimiz "Bu arkadaşınızın karnı aç idi. Bizden, yiyecek istemişti. Biz de, kendisine biraz şeyler vermiştik. O da, o zaman, söylediği sözü söylemişti. Kendisini eve çağırdık. Verdiğimizi artırınca, razı olduğunu söyledi" buyurdu. Bundan sonra Peygamberimiz şunu anlattı: "Benim misalim ile bu Arabi'nin misali: Devesi kaçan bir kimsenin misaline benzer ki, halk, onu yakalamak için ardına düşmüş; bu da, ancak, devenin kaçmasını, ürkmesini artırmıştır. Deve sahibi ise, onlara 'Siz, devemle benim aramdan çekiliniz! Çünkü ben ona, sizden daha alışığım ve onu yakalamanın yolunu daha iyi bilirim!' diye seslenip yerden eline aldığı kuru otu, ön tarafından yönelerek ona uzatmış ve yanına gelince de, ıhdırıp (yere çöktürüp) üzerine yükünü sarmış ve binmiştir. Eğer, şu adam, önceki sözünü söylediği zaman sizi bıraksaydım, onu öldürecektiniz, Cehenneme girecekti!"