Hac ve umreyi turistik seyahate dönüştürmeyelim!

A -
A +

Geçen hafta başlayan hac kayıtları için rekor sayıda müracaat yapıldı. İslamın beş şartından biri olduğundan haccın dinimizde önemli bir yeri var. Hacca giden Müslümanların haccın şartlarını eksiksiz yerine getirmelerinin yanında, gittikleri mekanların kudsiyetini bilip saygıda kusur etmemesi, asırlar öncesine gidip o günler ile hallenmesi lazımdır. Modern yapılara, birinci sınıf geniş asfalt yollara, Haremi Şerif ve Mescidi Nebevideki cilalı parlak mermerlere ve süslü sütunlara, görkemli tünellere, klimalı serin lüks otel odalarına, suni yeşilliklere ve otomatik sulama sistemlerine, son sistem asansörlere ve modern tuvaletlere takılıp kalmamalıdır. 30-40 katlı modern gökledelenler, bilmem kaç yıldızlı oteller hacca gidenlerin başlarını döndürmemelidir. Bunlar hiçbir kutsi değeri olmayan mekanlardır. Aksine, bunların her birinin, yok edilen bir kutsi yapının üzerine inşa edildiği unutulmamalıdır! Eskiyi yaşamalı Buralara gidecek hacıların, gazetemizin Kültür Sanat Sayfasında, 19.3.2007 tarihinde, "Bir zamanlar Hicaz" manşeti ile eski ve şimdiki hali yayınlanan Cennetül Mualla ve Cennetül Baki kabristanlarına iyice bakmalarını arzu ederdim. İçinde, başta Hazret-i Hadîcet'ül Kübra validemizin zarif türbesi olmak üzere pek çok türbe ve Ebu Talib, Abdülmuttalib, Peygamberimizin oğulları Kasım ve Abdullah, Abdullah bin Zübeyr'in kabirleri olan Cennetül Mualla; yine içinde, eşsiz sanat özelliği olan Ehli beyit türbesinin, Efendimizin hanımlarının ve kızlarının türbeleri ve daha nice Eshabı kirama ait türbelerin ve mezarların yer aldığı Cennetül Baki, 20. asrın başlarına kadar sağ salim duruyordu. Çünkü Osmanlı bunları gözü gibi korumuştu. 1920'de bütün bu mezarlar ve türbeler yıkıldı, yerle bir edildi. Hacca gidenler, kabristanın eski haline bakıp bunu hafızasına nakşedip, gittiği zaman o günkü halini gözü önüne getirerek öyle ziyaret etmelidir. Önceleri sadece bu iki kabristan değil, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere de böyle idi. Her tarafı geçmişi hatırlatan tarihî eserlerle dolu idi. Günümüzde ise, Haremi şerifin etrafındaki revaklar gibi, eskiden kalma çok az yapı kaldı. Bunlar da yıkılma sırasını bekliyor. Peygamberin ilk eşi Hz. Hatice'nin evi yıkıldı ve yerine abdesthane/şadırvan yapıldı. Peygamberin en yakın dostu Hz. Ebu Bekir'in evi şimdi Hilton Oteli'nin kompleksi içinde. 1200 yıllık Ebu Kubeys Camii'nin yerinde Kraliyet Sarayı var. 350 yıllık Ecyad Kalesi yıkıldı. Kâbe'yi kuşatan gökdelenlere her yıl bir yenisi daha ekleniyor: 1400 yıllık kutsal mekanlar, bir alışveriş merkezine, turizm merkezine, lüks tüketim merkezine dönüştürülüyor. Her şey yatırım, ticaret, para kazanma üzerine bina ediliyor. Kâbe'nin yakınındaki daire fiyatları milyon dolarlarla satılıyor. Kâbe'ye yakınlığına göre fiyatlar 3-5 milyon dolar arasında değişiyor. Kâbe-i şerife ne kadar yukarıdan bakıyorsa fiyat da o kadar artıyor. Bu gidişle bir müddet sonra eski Mekke'den bir şey kalmayacak. Bu mekanlar kutsal bir özelliği olmayan, uluslararası ticaret ve alışveriş merkezi haline gelecek! Şimdi 130 katlı gökdelenin inşası planlanıyor. Herhalde bunlar ahir zaman alametleri. Çünkü Efendimiz, "Ahir zamanda, deve çobanları birbirleriyle "benim binam daha büyük" diye çekişecekler" buyurmuştu. Evet, günümüz şartlarında modern binalara da ihtiyaç var. Bunlar pekâlâ, kutsal mekanların uzağında yapılabilirdi. İlla Kâbe-i şerife tepeden bakması şart değildi. Bu iki şehir İslamın en önde gelen kutsal mekanlarıdır. Onlar zaman üstü mekanlardır. Buraları ziyaret eden Müslümanlar, hac şartlarını yerine getirmekle beraber İslâmın ilk halini, havasını, kültürünü, medeniyetini, sanatını; en önemlisi de ruhaniyetini, maneviyatını hissetmeli ve yaşamalıdır. Aksi takdirde, dünyanın herhangi bir yerindeki modern mekanları ziyaret eden bir turistin durumuna düşer! Osmanlı'nın hürmeti Şimdi de, ecdadımızın bu kutsal mekanlara bakışına, eşsiz saygısına iki örnek verelim: Osmanlı'dan önce hutbelerde, "Sultânül-haremeyn" yani mübârek yerlerin sultanı denilirdi. Eski alışkanlıkla hatip Yavuz Sultan Selîm Hân'a da, sultânül-haremeyn deyince; "Benim için, o mübârek makâmların hizmetçisi olmaktan daha büyük şeref olamaz. Bana, 'Hâdimül-haremeyn' deyin!" ikazında bulunmuştu. Sultan Abdülmecîd Hân, ağır hasta idi. Yatakta oturamıyor, hep yatıyordu. Yalnız, mühim şeyler okunuyor, emirleri alınıyordu. Sırada bulunan bir kâğıt için, "Medîne ahâlisinin bir dilekçesi okunacak" denildi. Bunun üzerine, "Durun, okumayın! Beni oturtun!" dedi. Arkasına yastık koyup, oturtuldu. Sonra şöyle devam etti: "Onlar, Resûlullah efendimizin komşularıdır. O mübârek insanların dilekçesini yatarak dinlemekten hayâ ederim. Ne istiyorlarsa, hemen yapınız! Fakat, okuyunuz da, kulaklarım bereketlensin!" Bütün Osmanlı padişahları bu düşüncede ve bu hürmette idi. Nereden nereye?..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.