Hal hatır sormaları usulen değildi

A -
A +

Al­lah adam­la­rı­nın in­san­la­ra hâl ha­tır sor­ma­la­rı âdet üze­re de­ğil­di, ya­ni sor­muş ol­mak için sor­maz­lar­dı. On­la­rın hal ve ha­tır sor­ma­la­rı, mü­cer­red söz­den iba­ret ol­ma­yıp, her tür­lü ih­ti­yaç­la­rı­nı gi­der­mek için­di. Bun­da sa­mi­mi idi­ler. İh­ti­ya­cı olan­la­rı gör­dük­le­rin­de bü­tün im­kân­la­rı­nı or­ta­ya ko­yar­lar­dı. İmam-ı Şa­ra­ni haz­ret­le­ri bu­yur­du ki: Bu şe­kil­de hal ha­tır sor­ma, za­ma­nı­mı­zın in­san­la­rın­dan uzak­laş­mış­tır. Zi­ra şim­di­ki in­san­lar­da gö­rü­len, bu­nun ter­si­dir. Ba­zan bi­ri­si ar­ka­da­şı­na "Na­sıl­sın?" di­ye so­ru­yor. O da ona "İyi­yim!" de­yip ge­çi­yor. Ar­ka­da­şı­nın ken­di­si ile il­gi­len­me­ye­ce­ği­ni bil­di­ği için, der­di­ni ona aç­mı­yor. "Na­sıl­sı­nız?" sö­zü­nün bir âdet­ten iba­ret kal­dı­ğı­nı bi­li­yor. Hat­ta ço­ğu za­man, ta­nı­dı­ğı­nın ya­nın­dan ge­çer­ken "Na­sıl­sı­nız, iyi mi­si­niz?" di­ye­rek hal ve ha­tır so­ran kim­se, so­ru­su­nun ce­va­bı­nı bek­le­me­ye bi­le lü­zum gör­me­den ge­çip gi­di­yor. Ke­za "Na­sıl­sı­nız?" so­ru­su­na mu­ha­tab olan kim­se de, nef­sin­de ce­vap ver­me ih­ti­ya­cı his­set­mi­yor. İş­te za­ma­nı­mız­da­ki "hal ve ha­tır sor­ma" işi, bu de­re­ce cid­di­ye­ti­ni kay­bet­miş du­rum­da­dır. Aliy­yül-Hav­vâs bu­yur­du ki: "Siz­den bi­ri­niz, din kar­de­şi­nin ih­ti­ya­cı­nı gör­mek, der­di­ne or­tak ol­mak ve­ya ken­di­si­ne ha­yır duâ­da bu­lun­mak gi­bi mak­sat­lar dı­şın­da ona "Na­sıl­sı­nız?" di­ye sor­ma­sın. Zi­ra böy­le bir sa­hih ni­yet ve mak­sat dı­şın­da 'Na­sıl­sı­nız?' di­ye sor­mak, mü­na­fık­lık, iki­yüz­lü­lük olur!" Hâ­tem'ül-Esam bu­yur­du ki: "Ar­ka­da­şı­na 'Bu sa­bah ne hal­de­sin?' de­di­ğin za­man o sa­na 'Bir ih­ti­ya­cım var!' der­se, sen de onun ih­ti­ya­cı­nın ne ol­du­ğu­nu sor­maz ve­ya gü­cün yet­ti­ği hal­de muh­taç ol­du­ğu şe­yi ona ver­mez­sen, ona hi­ta­ben söy­le­di­ğin 'Bu sa­bah ne hal­de­sin?' sö­zü, onun hak­kın­da an­cak bir alay olur. Za­ma­nı­mız­da ço­ğun­luk­la ar­ka­daş­lık ah­lâ­kın­da gö­rü­len de bu­dur." Al­lah adam­la­rı ver­mek­ten, baş­ka­sı­nın ih­ti­ya­cı­nı gör­mek­ten zevk alır­lar­dı, ken­di­le­rin­den ge­çer­ler­di. Feth-i Mu­su­li haz­ret­le­ri, bir ar­ka­da­şı­nın evi­ne git­ti. Ar­ka­da­şı ev­de yok­tu. Kö­le­si var­dı. On­dan san­dı­ğın anah­ta­rı­nı is­te­di. O da ta­nı­dı­ğı için anah­ta­rı ver­di. Feth-i Mu­su­li haz­ret­le­ri san­dı­ğı açıp ih­ti­ya­cı ka­dar pa­ra­yı alıp git­ti. Ar­ka­da­şı bu­nu du­yun­ca çok se­vin­di. O ka­dar se­vin­di ki bu­nun şük­rü ola­rak he­men kö­le­si­ni azat et­ti. Tel: 0 212 - 454 38 21 www.mehmetoruc.com e-mail: mehmet.oruc@tg.com.tr

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.