Osmanlıların son zamanlarından beri müzik o kadar yaygınlıştı ki, tasavvufla uğraşanlara bile bulaştı. Birçok tekkeye girdi. Halbuki, İmâm-ı Mücâhid, Furkan sûresi, yetmişikinci âyetinin meâl-i şerîfinin, "Günâhları af ve magfiret edilecek olanlardan biri, tegannî, şarkı okunan yerlerde bulunmayanlardır" olduğunu bildirdi. İtikadda mezhebimizin imâmı olan, Ebû Mensûr-i Mâtürîdî'nin, "Zamanımızdaki, tegannî ile okuyan hâfızların, nağmelerini işiterek, Kur'ân-ı kerîmi ne güzel okudun diyen kimse, kâfir olur. O zamana kadar, yaptığı ibâdetlerinin sevâbı gider" dediğini, kitaplar yazmaktadır. Ebû Nasr-ı Debbûsî buyuruyor ki: "Bir şarkıcıdan veya başka bir yerden tegannî dinleyen veya başka, herhangi bir harâm işi gören kimse, harâm olduğuna inanarak veya inanmayarak, bunlara, ne güzel dese, o anda imanı gider. Çünkü Allahü teâlânın emrine ehemmiyet vermemiş olur. İslâmiyete kıymet vermeyen kimsenin, kâfir olacağını, bütün müctehidler, sözbirliği ile bildirmiştir. Böyle kimselerin ibâdetleri kabûl olunmaz. Önce kazanmış olduğu sevâblar yok edilir." Mûsikînin harâm olduğunu bildiren, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler ve fıkıh âlimlerinin yazıları o kadar çoktur ki, saymakla bitmez... Hiçbir âlim, hiçbir zamanda, tegannînin mubâh olduğuna fetvâ vermemiş, raks (dans) etmeğe izin verilmemiştir. Tasavvufcuların bir şeyi yapıp yapmaması, helâl veya harâm olmasını göstermez. Onlara bakılmaz. Bir şeyin helâl veya harâm olduğunu anlamak için, İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe'nin, İmâm-ı Ebû Yûsüf Ensârî'nin ve imâm-ı Muhammed Şeybânî'nin sözlerine bakılır. İslâmiyetten ve tasavvuftan haberi olmayan, ham sofular, pîrimiz böyle yaptı diye, bahâne ederek, hay-huy etmeği, tegannî ve dans etmeği, din ve ibâdet hâline sokmuşlar. Bunlarla sevâb kazanıyoruz sanmışlar. En'âm sûresinin yetmişinci ve A'râf sûresinin ellinci âyetinde meâlen, "Ey sevgili Peygamberim "sallallahü aleyhi ve sellem"! Dinlerini, ibâdetlerini, (şarkı ile, mûsikî ile) oyun ve eğlence hâline sokanlardan uzak ol! Onlar Cehenneme gideceklerdir" buyurulmuştur. Yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ki, harâm olduğu kat'î olan işleri, beğenen kâfir olur. Ancak harâmları, tatlı gelse dahî, çirkin bilerek, üzülerek yapanlar kâfir olmaz, günahkar olur. O hâlde, düşünmeli ki, harâmlara kıymet verenlerin ve bunları ibâdet bilenlerin hâli ne oluyor?