Her dert ö­lüm­den bir par­ça­dır!

A -
A +

Mes­ne­vi'den kıs­sa: Fa­kir adam, ha­nı­mı­nın fa­kir­lik­le, sı­kın­tı­lar ile il­gi­li ko­nuş­ma­la­rı­na şöy­le ce­vap ve­rir: "Da­ha ne za­ma­na ka­dar ta­lep edip is­tek­te bu­lu­na­cak­sın? Za­ten öm­rü­nün ço­ğu bit­ti. Akıl­lı olan kim­se, aza-ço­ğa bak­maz. Çün­kü her iki­si de sel gi­bi sür'at­le geç­mek­te­dir. Sel, is­ter sâf, ber­rak, is­ter bu­la­nık ak­sın. Mâ­dem­ki bâ­kî de­ğil­dir, öy­le ise sö­zü­nü et­me. Bu dün­ya­da bin­ler­ce can­lı mah­lûk, ka­zanç kay­gı­sı ol­ma­dan gün­le­ri­ni ge­çi­ri­yor. Üve­yik ku­şu, da­ha ge­ce gı­dâ­sı­nı bul­ma­dı­ğı hâl­de, ağaç­ta Al­la­hü te­âlâ­ya şük­re­der. Bül­bül, ce­nâb-ı Hak­ka dur­ma­dan ham­de­der ve; "Ey, duâ­ya icâ­bet eden Rab­bim! Te­vek­kü­lü­müz ve i'ti­mâ­dı­mız sa­na­dır" der. Kü­çü­cük siv­ri­si­nek­ten, de­ve ve fi­le ka­dar, hep Al­la­hü te­âlâ­nın hi­mâ­ye­si al­tın­da­dır. Ce­nâb-ı Hak ne gü­zel bir ve­kîl­dir. Gö­nül­ler­de­ki hü­zün ve ız­dı­rap­la­rın hep­si, dik­kat edi­lir­se var­lı­ğın ese­ri­dir. Bun­ca gam­lar, ta­sa­lar, ha­yat eki­ni­nin ora­ğı­dır. Şöy­le idi, böy­le idi, söz­le­ri de hep ves­ve­se­dir. ÖLÜ­MÜN TAT­LI OL­MA­SI İÇİN Her dert ölüm­den bir par­ça­dır. Ölü­mün kü­çük bir par­ça­sı­nı kov­ma­ya gü­cün yet­mez iken, bi­le­sin ki, onun ta­ma­mı şer­be­tin olup, içe­cek­sin. Ölü­mün bir par­ça­sı olan dert ve be­lâ­lar sa­na tat­lı ge­lir­se, Al­la­hü teâ­lâ sa­na ölü­mü tat­lı ey­ler. Be­de­ne ge­len has­ta­lık­lar, ölü­mün el­çi­si­dir. Ölüm el­çi­sin­den yü­zü­nü ge­ri çe­vir­me. Ha­yâ­tı dert­siz, elem­siz ge­çe­nin, ölü­mü de acı olur. Nef­si­ne ta­pa­nın rû­hu için kur­tu­luş yok­tur. Genç iken da­ha ka­nâ­at­kâr­dın. Şim­di ise al­tın is­te­ği­ne düş­tün. Hâl­bu­ki ön­ce­le­ri sen al­tın idin. Sal­kım sal­kım do­lu as­ma iken, şim­di mey­ve­siz kal­dın. Mey­ve­le­rin ol­gun­la­şa­ca­ğı sı­ra­da bo­zu­lup git­tin. Mey­ve­nin git­tik­çe tat­lı­laş­ma­sı lâ­zım. İp eği­ren­ler gi­bi ge­ri­ye doğ­ru git­me. Sen be­nim eşim­sin. Eş­ler bir­bir­le­ri­ne ben­ze­me­li­dir ki, iş­ler yo­lun­da git­sin. Eş­le­rin bir­bir­le­ri­ne ben­ze­me­si lâ­zım­dır. Ayak­ka­bı ve mest çift­le­ri­ne bak­sa­na. Ayak­ka­bı­lar­dan bi­ri aya­ğa dar gel­se, on­lar işe ya­ra­maz. Se­ni to­pal eder­ler. Ka­pı­nın bir ka­na­dı bü­yük, di­ğe­ri kü­çük olur mu? Or­man­da­ki ars­lan, kur­da eş olur mu? Bi­ri mal ile do­lu, bi­ri boş olan iki çu­val, de­ve­nin üze­rin­de den­ge­li du­ra­maz. Ben ka­nâ­at­te sağ­lam ve güç­lü­yüm. Sen ise kö­tü­lük­le ni­çin dert­li­sin? Mal ve pa­ra baş­ta­ki kü­lâh gi­bi­dir. Yal­nız kel olan­lar kü­lâ­ha sı­ğı­nır. Kı­vır­cık, gü­zel saç­la­rı olan­lar, kü­lâh ol­ma­dan da gü­zel­dir. Fa­kir­lik ve der­viş­lik, se­nin an­la­dı­ğın gi­bi de­ğil­dir? Der­vi­şe ha­kâ­ret­le bak­ma sa­kın. On­lar, Al­la­hü te­âlâ­nın ih­sân­la­rı­na gar­kol­muş­lar­dır. Al­la­hü teâ­lâ Âdil'dir. Adâ­let sa­hip­le­ri, âşık­la­ra hiç zul­me­der mi? Hâ­şâ, bi­ri­ne mal, mülk, kud­ret, ih­sân edip, baş­ka­sı­na suç yük­ler, ate­şe atar mı? Hı­şım­la bu ha­kî­re kö­tü lâ­kab­lar tak­tın. Ben sa­na eşim, ha­nı­mım di­yo­rum, sen ba­na yı­lan­cı der­sin. Gön­lüm­de, ka­nâ­at­le do­lu bir âlem var. YÜ­ZÜ­NÜ EK­ŞİT­ME Kİ... Ka­nâ­ate, yü­zü­nü ek­şit­me­den bak ki, o hâl de­ni­zi­ne dal­mış olan ni­ce kim­se­le­ri gö­re­cek­sin. Zâ­hir­de yüz­bin­ler­ce sı­kın­tı için­de gö­rü­nen kim­se­le­rin, ha­kî­kat­te gül gi­bi ge­çin­dik­le­ri­ne şa­hit ola­cak­sın! Ey ha­nım! Yo­lu­mu kes­me, be­nim­le mü­câ­de­le­yi bı­rak! Ayak­ka­bı dar ise, ya­lı­na­yak yü­rü­mek da­ha iyi­dir. Ya­zık­lar ol­sun sa­na! Eğer sen­de bi­raz­cık an­la­yış ol­say­dı, gön­lüm­de­ki ha­kî­kat­le­ri sa­na an­la­ta­bi­lir­dim. Bu söz, me­me­de­ki süt gi­bi­dir. Emen ol­maz ise, hiç bir te'sî­ri ol­maz. Din­le­yen is­tek­li ve ara­yı­cı olur­sa, na­sî­ha­ti ve­ren kim­se ölü ol­sa bi­le yi­ne ko­nu­şur. Bu ko­nuş­ma­lar bir hi­kâ­ye­dir ki, bun­lar in­san­lar­da bu­lu­nan nefs ve rû­ha ben­zer. Her in­sa­na rûh da nefs de lâ­zım­dır. Bü­tün iyi­ler ve kö­tü­ler, bu­nun lâ­zım ol­du­ğu­nu bil­me­li­dir. Bu iki­si, ge­ce gün­düz dâi­mâ bir­bi­riy­le sa­vaş hâ­lin­de­dir­ler. Nefs, evin ih­ti­yaç­la­rı­nı, şe­re­fi­ni, yi­ye­cek ve içe­ce­ği­ni, iz­zet ve i'ti­bâ­rı­nı is­ter. Nefs ba'zan te­vâ­zu gös­te­rir, ba'zan da aza­met­le­nir. Rûh, dün­ye­vî dü­şün­ce­ler­den ha­ber­siz­dir. Al­la­hü te­âlâ­nın rı­zâ­sın­dan baş­ka bir kay­gı­sı yok­tur."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.