Günümüz huzursuzluklarının, sıkıntılarının bir sebebi de, bir hata yaptığımızda, yanlışımız olduğunda bizi uyaracak samimi dostlarımızın olmamasıdır. Bu hususu sadece şahıslar bazında ele almamak gerekir. Resmi özel bütün kurumlar için de geçerlidir bu eksiklik. Özelikle de, yöneticiler ve devlet adamlarımız için. Din gayreti, islam ahlakı azaldığı için bütün kesimlerde, ikiyüzlüler, yağcılar söz sahibi olmuş durumda. Doğru-yanlış ne yaparsa yapsın, "En güzelini yaptınız, bundan daha güzeli yapılamazdı efendim" teraneleri ile yanlış yönlendiriliyor yöneticilerimiz. Yanlışta devam edilince de, işler karışıyor, huzursuzluk zirveye tırmanıyor. Geçmişte, idareciler, devlet adamları, yanlarında her yanlışını korkmadan, Allah rızası için söyleyecek, yeri geldiğinde ikaz etmekten çekinmeyecek kimseler bulundururlardı. Bunlar da genellikle, yarı deli "meczub" denilen kimseler olurdu. Tabii ki bunlar, bugünkü manada deli denilen kimseler değildi. Dinlerine zarar gelmemesi için kendilerine gelebilecek zararları düşünmeden her doğruyu söylediği için "Meczub" denilmişlerdir. Bunun için hadis-i şerifte, "Bir kimseye deli denilmedikce, îmanı kâmil olmaz" buyuruldu. Bu meczublardan biri de Harun Reşid zamanında yaşayan Behlül Dânâ idi. Hârûn Reşîd bir sene hacca gittmişti. Dönüşünde bir müddet Kûfe'de istirahat etti. Sonra yola çıkacağı zaman herkes kendisini yolcu etmek için sokağa döküldü. Behlül de çıkmıştı. Çocuklar onunla oynayıp eğleniyorlardı. Tam o sırada Hârûn'un, develer üzerinde muhteşem kâfilesi gözüktü. Çocuklar da Behlül'ü bırakıp onun seyrine koyuldular. Tam Hârûn'un geldiği sırada Behlül yüksek sesle: "Ey Hârûn!" diye seslendi. Hârûn, perdeyi kaldırarak: "Buyur Behlül, ne istiyorsun?" dedi. Behlül: "Ey Müminlerin Emîri! Resûl-i ekrem, Arafat dönüşünde, kızıl bir deveye binmişti. Yanında kimse dövülmediği gibi, kimse de kovulmazdı. 'Yol verin, yol verin!' diyen münâdileri de yoktu. Sen de bu usûle riâyet eyle. Bilmiş ol ki; tevâzu ile yolculuk etmen, kibir ile seyâhatinden hayırlıdır." Hârûn Reşîd ağlayarak; Ey Behlül, biraz daha anlat! dedi. Behlül: "Memleketinin bir köşesinde bir mazlum zulme uğrasa, sen memleketin diğer köşesinde bile olsan, Allahü teâlâ bunun hesâbını senden soracak. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Şüphesiz ki iyiler Naîm Cenneti'ndedir. Kötüler ise Cehennem'dedir." buyurdu (İnfitar sûresi: 13-14). Âhirette, Cennet veya Cehennem dışında gidilecek üçüncü bir yer yoktur. O hâlde hazırlığını buna göre yap." dedi. Halîfe; "Amellerimiz hakkında ne dersiniz?" diye sordu. Behlül hazretleri; "Allahü teâlâdan korkarak ve emrettiğine uygun olarak yapılan amel makbuldür." buyurdu. Halîfe; "Peygamber efendimizle, akrabâlık olarak yakınlığımız hakkında ne dersiniz?" diye sordu. Behlül; "Peygamber efendimize akrabâlıktan ziyâde, bildirdiği hükümlere bağlılıkta yakın olmak daha mühimdir." dedi. Halîfe; "Peygamber efendimizin şefâatine kavuşabilecek miyiz?" deyince de, Behlül; "Onu Allahü teâlâ bilir." buyurdu. Halîfe; "Nasıl yaşayalım?" diye sordu. Behlül; "Allah'tan kork. Her hâlinde Muhammed aleyhisselâmın sünnetine tâbi ol. Bu durumda en kârlı yolu seçmiş olursun." dedi. Halîfe; "Çok güzel söylüyorsun, şu hediyemi kabûl et." dedi. Behlül hazretleri de; "Onu kimden aldınsa ona ver. Dünyâdaki sâhipleri yakana yapışmadan önce, verenin yoluna harca. Bunu burada yap. Âhirete kalırsa onlara bir şey bulup veremezsin, râzı edemezsin." diye cevap verdi. Parayı almayınca, Hârûn Reşîd; "Para borcun varsa onu ödeyelim." dedi. Behlül: "Kûfe'de birçok ilim sâhipleri vardır. Borç ile borcun ödenmeyeceğinde ittifak etmişlerdir." dedi. Hârûn Reşîd: "Bâri ihtiyâcını temin edelim." deyince, Behlül hazretleri; "Allahü teâlâ senin Rabbin olduğu gibi, benim de Rabbim'dir. Seni hatırlayıp beni unutması muhâldir." buyurdu. Hârûn Reşîd, bu sözleri işitince ağladı.