"Hiç telâş etme! Zulmetmediysen zulme uğramazsın!"

A -
A +

Günümüzde, dini hassasiyetler zayıfladığı için, insanların biribirlerine karşı davranışlarında hakka, hukuka riayette de zafiyetler görülmektedir. İnsan, kendi sınırları dahilinde kalmaz sınırı aşarsa, başkasının alanına girmiş olur; bu da zulümdür. Başka bir ifade ile zulüm, başkasının malına, mülküne tecâvüzdür. Başkasının malını haksız olarak zorla elinden almak, eziyet etmek, işkence etmek hep zulümdür. Zulmün en kötüsü de, din ve vicdan hürriyetine mâni olmaktır; inanca ve ibadete müdahaledir. Dinimizde, kul hakkı ve zulüm üzerinde çok durulmuştur. Allahü teâlâ birçok günahı affedebilir veya cezâsını âhirete bırakabilir. Fakat, zulüm günahını affetmez, cezâsını mutlaka dünyada iken verir. Ayrıca âhirette de cezâsını çektirir. Bunun yaşanmış yüzlerce, binlerce örnekleri vardır: Çok eskiden İran'da Feridun adında zâlim bir hükümdar vardı. İdâresini zulüm ve baskı ile yürütürdü. Birgün gördüğü bir kadına göz koyarak, bunu sarayına getirmeleri için adamlarına emreder. Adamları buna derler ki: Sabaha çıkamadı - Efendimiz, o göz koyduğunuz, bir marangozun karısıdır. Kendisi ve kocası çok dindar olup, muhitte oldukça sevilen kimselerdir. Düşmanlarınız, sizin bu arzunuzu duyup, aleyhinize işi büyütürler. Bir bahane bulmalısınız. Mesela, marangoza bu gece sabaha kadar yapamayacağı bir iş teklif ediniz. Sonra da emrinizi yerine getirmedi bahânesiyle, kendisini idam edersiniz. O zaman göz koyduğunuz karısı dul kalır, kendiliğinden size gelir. Böylece aleyhinizde hiçbir dedikoduya sebebiyet verilmemiş olur. Zâlim Feridun, akılcılarının verdikleri bu aklı pek beğenerek, marangozu çağırtıp şöyle der: - Bu gece sabaha kadar, öd ağacından olmak şartıyla, on tane süslü tabut yapacak ve şafak vakti göndereceğim adamlarıma teslim edeceksin. Şayet adamlarım geldiği anda, bunları eksiksiz teslim etmezsen, seni sarayımın zindanında astıracağım, haberin olsun!.. Marangozun, "Hükümdarım! Buna imkân yok, verdiğiniz mühleti birkaç hafta uzatmanızı istiyorum. Sabaha kadar ancak bir tabut yapabilirim" sözüne, "Ben anlamam, şafak vakti göndereceğim adamlarıma, ya on tabutu, yahut da buna mukabil kendi kafanı teslim edeceksin!." Marangoz heyecan ve telâş içinde evine gelip, gözyaşı döküp ağlamaya başlar. Ağlamasının sebebini ısrarlı olarak hanımının sorması üzerine de, zâlim hükümdarın teklifini anlatıp, gözyaşları içinde helâllık dilemeye başlar. Kadın, kocasına, "Dur bakalım, acele etme" der ve ilâve eder: - Sen, hiç kimseye zulmettin mi? - Hayır, benim hiç kimseye zulmetmediğimi sen de biliyorsun. - Öyleyse, boşuna telâş etme! Zulmetmediysen zulüm görmezsin. Gün aydınlanırken, kapı vurulmaya başlar. Heyecandan elleri, ayakları titreyen marangoz, "Eyvah, işte geldiler. Hanım hakkını helal et!" der. Kapıyı açtığında hükümdarın adamları, "Bu gece yarısı, hükümdar Feridun, âniden öldü. Onun cenâzesi için bir tabut yapmanı, yeni hükümdar emretti" derler. Karı-koca sevinç içinde birbirlerine bakarlar... Sonra da adamcağız, hazırladığı tabutu vermek üzere hızla marangozhaneye koşar. Peygamber efendimiz, zalimlerin ve zalimlere yardım edenlerin kendisinden uzak olduğunu bildiriyor: "Öyle emirler gelir ki, yalan söyler ve zulmederler. Onların yalanlarını tasdik eden ve zulümlerine yardım edenler, benden değildir, ben de onlardan değilim. Onların yalanlarını tasdik etmeyen ve zulümlerine yardımcı olmayanlar bendendir, ben de onlardanım." Tarih boyunca, hiçbir zulüm devamlı olmamış. Zaman zaman dinsiz diktatörler, ellerini kana boyayıp, memleketlere hakim olmuş, zulüm, fesad ile insanları inleterek dünyayı korkutmuş iseler de, çabuk yıkılmışlar ve tarih boyunca, lanetle anılmışlardır. Örümcek yuvası gibi çabuk kurulan tuzakları, sabah rüzgarı gibi ferahlatıcı, hafif bir kuvvetle uçmuş, insanlığa yarar birşey bırakmamışlardır. Zalim devletler, ne kadar büyük ve kuvvetli görünmüş iseler de bu uzun sürmemiş, yıkılıp yok olmuşlardır. Çünkü zulüm payidar olamaz. Zulüm payidar olmaz Zulme dayanan devletler, bir anda parlayan kibrite benzer ki, etrafındaki saman, talaş gibi hafif şeyleri tutuşturur, eli yakar, evleri harab eder. Kendi ise, hemen söner, biter. Adalete dayanan milletler ise, kaloriferlerin radyatörü gibidir. Radyatör, birşeyi yakmaz, odaları ısıtarak, insanlara rahatlık verir. Sıcaklığı aşırı, zararlı değildir. Fakat hararet, enerji kaynağına maliktir. İslamiyet de, böyle faydalı bir enerji kaynağı olup, kendisine bağlanan fertleri, aileleri ve cemiyetleri besler, kuvvetlendirir. Geçmişte, yalnız kendi rahatlarını, keyiflerini düşünen krallar, diktatörler, İslam dininin, kendi zulümlerini, kötülüklerini meydana çıkardığını görerek, cinayetlerini, hıyanetlerini gizleyebilmek ve yalanlarına herkesi inandırabilmek için, İslamiyet'e saldırıp yok etmek istemişlerdir. Ancak, yalanları ortaya çıkınca da, yok olup gitmişler. İslam güneşi ise dünyayı aydınlatmaya devam etmiş. Kıyamete kadar da devam edecek!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.