Süleyman aleyhisselâm, Kabe-i şerifte, kurbanlar kesip ibadetler yaptıktan sonra, bir sabah vakti, Mekke-i mükerremeden ayrılarak Yemen tarafına gitti. Giderken gördüğü güzel bir araziye inerek, namaz kılmak ve bir şeyler yemek istedi. Süleyman aleyhisselâm, konaklama ile meşgul iken; Hüdhüd [çavuş kuşu], daha yükseklere çıkıp, etrafı seyretmek istedi. Süleyman aleyhisselâmın meşguliyetinin bitmesine yakın, onun yanında olmaya karar vererek yükseldi. Hüdhüd etrafa bakınırken, Saba Melikesi Belkıs'ın güzel bahçelerinden birini gördü. Hoşuna gidip, oraya indi. Burada, başka bir hüdhüd ile karşılaştı. Karşılaştığı hüdhüd ona sordu: - Nereden gelip, nereye gidiyorsun? - Padişahımız Süleyman bin Dâvud'la Şam tarafından geldik. O; insanların, cinlerin, kuşların ve diğer vahşî hayvanların sultanıdır. - Senin padişahına büyük bir mülk verilmiş. Fakat bu Yemen diyarının melikesi Belkıs da, ondan aşağı değildir. Çünkü onun emrinde, pek çok kumandan, her kumandana bağlı pek çok asker vardır. İstersen sana onun mülk ve saltanatını göstereyim... Hüdhüd, nerede su olduğunu bilir ve Süleyman aleyhisselâma su bulurdu. Suyun yakınlığını ve uzaklığını bilirdi. Suyun bulunduğu yeri gagalar; cinler de orayı kazıp, su çıkarırlardı. Hüdhüd kuşu, böyle bir haslete sahip olduğu hâlde, bir çocuk tuzak kurup, üzerini azıcık bir toprakla örtünce, toprağın altındaki tuzağı göremez. Gelir üstüne basar. Tuzağa yakalanır. Hâlbuki o, toprağın altındaki suyu görmektedir. Bunun için; "Kaza ve kaderin vakti gelince, göz görmez olur, akıl baştan gider" denilmiştir. Süleyman aleyhisselâmın Hüdhüd'ü, Yemenli hüdhüde dedi ki: - Namaz vaktinde Süleyman aleyhisselâmın suya ihtiyacı olup, beni aramasından korkuyorum. Bunun için hemen dönmeliyim. - Fakat, Belkıs'ın memleketini Süleyman aleyhisselâma haber verirsen, o bundan memnun kalır. Bunun üzerine Süleyman aleyhisselâmın Hüdhüd'ü, onunla beraber Belkıs'ın mülkünü görmek için gitti...