Huzursuzluğun sebebi

A -
A +

Bugün savaşların, terör hareketlerinin esas sebebi, güçlünün güçsüzü ezme, kendine kul köle yapma; onu sömürme isteğidir. Eğer güçlüler, güçsüzlere merhametle, adaletle muamele etseler, dünya huzur bulur; ne savaş kalır ne terör. Tarihte az da olsa böyle huzurlu dönemler olmuştur. Örneğin Osmanlılar zamanında, Osmanlı hakimiyetindeki bütün bölgelerde, Müslim gayri Müslim herkes huzur içindeydi. Halkın malından, canından bir endişesi yoktu. İşte, Osmanlının küçük bir beylik iken dört kıtaya hükmeden bir imparatorluk hâline gelmesinin sebebi de buydu. Osmanlılar, yerli halka, biz güçlüyüz, istediğimizi yaparız gibi tahakkümde bulunmadılar. Çoğu zaman, o milletten aldıkları vergilerden daha fazlasını onlara geri verdiler. Osmanlıları hedeflerine ulaştıran yöntemlerden birisi de, zaten budur. Bu yöntem, onların gönüllerinin İslâma ve dolayısıyla Osmanlılara ısınmasına sebep oluyordu. Bunu yabancılar bile dile getirmektedir. Meselâ, meşhur tarihçi Gibbons bu hususta şunları yazmaktadır: "Osman Gâzi, dîninde o kadar saf ve temiz idi ki, sanki, büyük adaşı halîfe Osman'ın ve daha evvelki halîfelerin ikinci nüshası idi. Hoşgörülüydü, fakat dininden taviz vermezdi. Ne kendisinin ve ne de doğrudan doğruya kendisinden sonra gelenlerin müsamahakârlığına kimse birşey diyemez. Eğer bunlar, Hıristiyanlara ezâ etmeye, sıkıntı vermeye, Rum ve Ermeni kiliselerini yıktırmaya kalkmış olsaydı, Osmanoğullarının bu kadar gelişmesi, yerli halkın Müslüman olması mümkün olmazdı. Atilla ve Cengiz Han, aynı ırktan olmalarına ve göz kamaştırıcı muzafferiyetlerine rağmen, akıncı olarak kalmışlardır. Başarıları devamlı olmamıştır. Kalıcı bir imparatorluk kuramamışlardır. Kendi milliyetlerini bile muhafaza edememişlerdir. Karadeniz'in güneyinden Avrupa'ya geçen Türkler Müslüman olup, dinleri için mücadele etmediklerinden eriyip yok olmuşlardır. Osman Gâzi'nin eseri, onlarınkinden daha devamlı ve neticeleri itibariyle te'sîri çok daha geniş ve şumüllü idi. Çünkü O, sükûnet içerisinde iş görüyor, evvelkileri ise boru ve trampet sesleri arasında yakıp-yıkıyorlardı. Şu hâlde O'na bunların üstünde bir mevki vermemiz icâbeder. Filhakika bunlardan acaba hangisi bir millete adını verebilmiştir?!. 600 küsûr sene hüküm sürebilmiştir!" Gerçekte Osmanlılar, devlet eliyle ve gönüllü tasavvuf ehli dervişler vâsıtasıyla İslâmı tanıtmaya çalışırken, muhataplarına son derecede müsamahakârâne davranmışlardır, zorlamalara iltifat etmemişlerdir. Hıristiyan halk, kendi dinleri ve din adamları ile bu yeni din ve dînin temsilcilerini karşılaştırdıkları zaman, aradaki farkı ve üstünlüğü açık bir şekilde görmüşler ve kendiliklerinden İslâmı benimsemişler ve Türk-İslâm kültür dairesi içerisine girmişlerdir. Meselâ şu olay bu konuda bize gerekli fikri vermeye kâfidir sanırız: Bursa uzun zaman kuşatmadan sonra, "Kimsenin canına dokunulmayacağına" dâir antlaşma yapılarak teslim alındıktan sonra, şehri terketmeyerek orada gönüllü olarak kalan Tekfur'un vezirine, Rumların şehri teslim sebepleri sorulduğu zaman Orhan Gâzî'ye verdiği cevap ilginçtir: "Sizin devletiniz günden güne büyüdü, bizim devletimiz küçüldü. Babanızın idâresine geçen köylülerimiz memnun kalıp, size itâat ettiler. Bir daha bizi anmadılar. Rahat oldular ve biz de bu rahatlığa heves ettik" İnsanoğlu huzur ister; hangi dinden, hangi milletten olursa olsun bunu sağlayana minnetar kalır; doğrudan veya dolaylı olarak onun himayesinde olmak ister.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.