Enes bin Mâlik rivâyet etmiştir: Resûlullah Efendimizin huzur-ı şerîflerinde oturmuş idik. O sırada Hazreti Ali geldi. Meclisin ardında oturdu. Resûlullah Efendimiz onu çağırdı. Hattâ önüne oturdu. Buyurdu ki: "Yâ Ali! Allahü teâlâ seni dört haslet ile benim üzerime mükerrem ve müfeddâl (başkalarından ziyâde meziyetli) kıldı. Hazreti Ali hemen dizleri üzerine gelip, başını toprağa koyup, dedi ki; babam, anam sana fedâ olsun, yâ Resûlallah! Kölenin efendi üzerine fadlı olur mu? Buyurdular ki: "Yâ Ali! Allahü teâlâ bir kula ikrâm etmek isterse, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve bir beşerin hâtırına gelmeyen şeyi verir!" Biz dedik ki; yâ Resûlallah! Bize onu beyan buyurunuz da bilelim. Buyurdular ki: "Allahü teâlâ, ona Fâtıma gibi bir zevce nasîb etti. Ben nasîb olunmadım. Hasen ve Hüseyin gibi oğullar nasîb etti. Ben nasîb olunmadım. Bir kayın baba ona nasîb olundu. Bana olunmadı." Abdullah bin Abbâs rivâyet eder: Resûlullah Efendimiz buyurdu ki: "Her kim hilimde İbrâhîm aleyhisselâma, hikmette Nûh aleyhisselama, çektiği sıkıntılarda Yûsüf aleyhisselâma bakmak isterse; Ali bin Ebî Tâlib'e baksın." Abdullah bin Mes'ûd buyurur: Habîb-i ekrem Efendimizin huzurunda idim. Hazreti Ali hakkında sual olununca: "Hikmeti on cüze taksîm ettiler. Dokuz cüzünü Ali bin Ebî Tâlib'e verdiler. Bir cüzünü sâir (diğer) insanlara verdiler!" buyurdular. Abdullah bin Abbâs bildiriyor. Resûl-i ekrem Efendimiz bir gün dışarı çıktı. Hazreti Alî'nin elini kendi mübârek eli ile tuttuğu hâlde, buyurdu ki: "Âgâh olun (uyanık olun). Her kim, buna buğzeder. Muhakkak Allahü teâlâya ve Resûlüne buğz etmiş olur. Her kim buna muhabbet eder. Muhakkak Allahü teâlâya ve Resûlüne muhabbet etmiş olur." Abdullah bin Abbâs rivâyet etti: Habîb-i ekrem Efendimiz buyurdular ki: "Ben ilmin terâzîsiyim. Ali o terâzînin kefeleridir. Hasen ve Hüseyin ipleridir. Fâtıma alâkasıdır (kefelerin asıldığı demiridir) ve benden sonra imâmlar o terâzinin amûdîdir (düşey demiridir). O terâzî ile bizim dostlarımızın amelini tartarlar." Hazreti Habîb-i ekrem efendimiz buyurdular ki: "Ben ilmin şehriyim. Ali o şehrin kapısıdır. O kapının halkası Mu'âviye'dir."