Hüdhüd'ün Sebe halkı ile ilgili anlattıklarını dikkatle dinleyen Süleyman aleyhisselâm, Belkıs'ın ülkesini kendi mülküne katmayı hiç düşünmedi ve onun memleketinin büyüklüğüne hiç ehemmiyet vermedi. Hüdhüd anlatmasını şöyle bitirdi: - Şeytan, göklerde ve yerdeki her gizliyi açığa çıkaran, kalblerinde ne gizliyorlarsa hepsini bilen Allahü teâlâya secde etmesinler diye, onları doğru yoldan alıkoyuyor. Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. O büyük Arş'ın sahibidir. Hüdhüd, Belkıs ve kavminin, Allahü teâlâyı bırakıp güneşe taptıklarını anlatınca, Süleyman aleyhisselâm, gadaplandı ve bunu araştırmak isteyerek dedi ki: - Bakalım doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun? Hüdhüd'ün getirdiği haberin doğruluğunu araştırmak isteyen Süleyman aleyhisselâm, o anda Belkıs'a bir mektup yazdı. Mektubu, Allahü teâlânın adı yazılı mührüyle mühürleyip, Hüdhüd'e verdi. Süleyman aleyhisselâmın bir mührü vardı. Mührünün üzerinde, Allahü teâlânın ismiyle birlikte ahir zaman peygamberi Muhammed aleyhisselâmın ismi de vardı. Süleyman aleyhisselâm, mektubu Hüdhüd'e verdikten sonra dedi ki: - Bu mektubu Belkıs ve kavmine götür! Onu, görebilecekleri bir yere bırak! Sonra, onlara yakın bir yere gizlenip, ne şekilde hareket edeceklerine bak! Belkıs, kavminin durumunu ve ihtiyaçlarını dinlemek için, her cuma günü dışarı çıkardı. Tahtı; altından yapılmış dört direk üzerine konurdu. Tahta oturunca, Belkıs, halkı görür; halk kendisine bakamazdı. Kavminden birisinin bir işi, arzı veya ricası olsa, soru sorabilmek için izin ister, huzuruna gider, başını önüne eğerdi. Belkıs'ın yüzüne asla bakmazdı. Sonra tazim olarak ona secde ederdi. Belkıs izin vermeyince de, başını secdeden kaldırmazdı. Belkıs, kavminin ihtiyaçlarının giderilmesi için, gereğinin yapılmasını emrettikten sonra, köşküne girer; bir sonraki cuma gününe kadar, dışarı çıkmazdı. Sarayı büyük idi. Hüdhüd, Süleyman aleyhisselâmın mektubu ile gittiği zaman, kapılar kapanmış, etrafta muhafız ve devriyeler dolaşıyordu. Hüdhüd, hiçbir yerden giremeyince, köşkün penceresinden girdi. Belkıs, tahtında uzanmış yatıyordu. Mektubu tahtına bıraktı. Sonra da, Belkıs'ın uyanıp mektubu okumasını beklemek için, olanları görebileceği bir pencere kenarına saklandı.