İçinde bulunduğumuz hafta, "Mevlana'yı anma haftası"... Malum olduğu üzere her sene bu anma haftasında, çeşitli etkinlikler tertip edilir; semazenler ney eşliğinde dönerler, konuşmalar yapılır: Yerli ve yabancı bilim adamları hazreti Mevlana'yı anlatırlar. Fakat anlattıkları gerçek Mevlana ile hiç uyuşmaz. Onlar, hayallerindeki Mevlana'yı anlatırlar. Anlattıkları, İslam diniyle, İslam tasavvufu ile ilgisi olmayan bir Mevlana. Hümanist, felsefî yönü ağırlıkta olan hatta, bu düşüncelerini dinin, İslamın üstünde tutan bir Mevlana... Görünüşte herkes Mevlana âşığıdır. Peki gerçek nedir? Gerçek görüldüğü gibi değildir. Bunun en büyük alameti, âşık olduğunu söyleyenlerin, âşık olduğu kimse gibi olmamaları, onun inancını, yaşayışını hakkıyla paylaşmamaları, içlerinde hissetmemeleri. Halbuki genel kural; kişi sevdiği gibi olur. Eğer böyle değilse, bu sevgide bir eksiklik, bir samimiyetsizlik var demektir. YOĞUN İLGİNİN SEBEBİ Bir önemli alamet de şudur: İslam dışı kuruluşların, şahısların yoğun ilgileridir. Hiçbir din mensubu başka bir din önderine bu kadar ilgi göstermez. Bu yoğun ilgi en büyük istismarın, gizli maksadın işaretidir: Hazreti Mevlana üzerinden, İslamı bozma, dini inançları sulandırma, ibadetleri "ayinleştirme" yani Hıristiyanlaştırma, kendilerine benzetme gayretleridir. Bugün iki ayrı Mevlana var karşımızda. Birisi, kitaplarda yazılı, her hâli ile dine uyan, neyden, müzikten, bid'atten uzak Hak âşığı bir velî, bir tasavvuf büyüğü. Diğeri, Batılıların ortaya attıkları, hümanist, insancıl; din olsa da olur olmasa da; yeter ki "sevgi" olsun anlayışındaki Mevlana! Tabii ki herkes kendine uygun Mevlana'nın yanında yer alıyor. Biz, arif olan anlar, arif olana bu kadar yeter, deyip bu vesile ile hazreti Mevlana'nın Mesnevi'sinden bir kıssa sunalım: Bir gün fakir bir ailenin bir hanımı, kocasına şöyle dertlenir: "Biz hep fakiriz ve cefâ çekmekteyiz. Bizde elem ve üzüntü, başkalarında zevk ve sefâ. Bizde ekmek ve katık, dert ve zahmettir. Testimiz yok, suyumuz ise gözyaşı. Bizim fakirliğimizden ve gece-gündüz rızık düşüncemizden fakirler bile utanıyor. Sâmirî'den herkesin kaçtığı gibi, dostlarımız ve yabancılar da bizden kaçıyor. Biz, savaşmadan, yoksulluktan ölmüşüz. Fakirlik kılıcıyla başsız kalmışız. Biz derde esîr olmuşuz. Başkasına ihsânda bulunmak yerine, dolaşıp dileniyoruz. Bizden havadaki sinekler bile incinir. Yoksulluktan devamlı hakîr olup, zarûret ateşiyle yanmışız. Ne zamana kadar böyle sıkıntı çekip, ateş denizinin derinliğinde boğulacağız? Evine bak, örümcek yuvasına döndü. Kanâat, kalbini nûrlandırdı mı? Sende bulunan, sâdece onun ismi. "SIZLANMAM SENİN İÇİNDİR!" Bu kanâat, sonu olmayan hazînedir. Sen kanâati bırakıp da niçin canını üzüyorsun? Bana eşim diyerek övünme. Ben insafın eşiyim, hîlenin değil. Bir kemik kapmak için köpeklerle hırlaşıyorsun. İçi boş kamış gibi inliyorsun. Gel bana öyle hakâretle bakma. Senin damarlarında dolaşanları biliyorum. Gâfil kurt gibi bana keder verme. Deli olanlar bile senden akıllıdır. Akıl, insana ayak bağı olursa, sen onu akıl kabûl etme. O, ancak yılan ve akreptir. Eğer karga kendi çirkinliğini bilseydi, kederinden kar gibi erir su olurdu. Yılan ile sihirbaz birbirine düşmandır. Yılan büyücüyü, büyücü yılanı büyüler. Beni avlayıp insanlara rezîl etmek için, Allahü teâlânın ismini söyleyerek bana tuzak kurdun. Beni kesen Allahü teâlânın adıdır. Senin kılıcın değil. Yazıklar olsun sana, cenâb-ı Hakkın ismini kendine tuzak olarak kullanıyorsun. Fakirliğe sabrım kalmadıysa, bu inlemem hep senin içindir. Kendim için sanmayasın. Yemin ederim ki, bu ağlayış ve yalvarış hep senin içindir. Kendim için sanmayasın. Tek arzum şudur ki; senin için, huzûrunda rûhumu teslim edeyim. Keşke, uğrunda canımı fedâ ettiğim sen, gönlümdeki derin düşünceleri bilseydin." (Erkeğin cevabı yarın)