İslâm ahlâkı, öncelikle dinin emirlerine uymayı emredir. Dinin emirlerini bildirmek, yasaklarından menetmek de üç şekilde olur: Birincisi güç kullanarak kötülüğe mani olmaktır. Meselâ bir kimsenin, çocukları kötü bir iş yapıyorlarsa, babası güç kullanarak bunlara mani olması, veya bir babanın çocuğunu bir hayvana zulüm, eziyet yaptığını görüp, bu kötü işten uzaklaştırması gibi. Dinin emir ve yasaklarını bildirmenin ikinci şekli, nasihat etmektir. Eğer, kişinin el ile güç kullanarak mani olma imkanı yoksa meselâ amiri rüşvet alıyorsa veya arkadaşı namaz kılmıyorsa bunlara nasihat etmesi lazımdır. Söz ile kötülüğe mani olmalıdır. Bu durumda nasihat ederek, yapılan işin zararları kişiye yumuşak bir şekilde anlatılır. Sert muamele edilmez. Karşımızdaki nasihatımızı ister dinler, ister dinlemez. Fakat biz vazifemizi yapmış oluruz. Vebalde kalmayız. Dinin emir ve yasaklarını bildirmenin üçüncü şekli kalben üzülmek, yapılanı tasvip etmemektir. Söz ile de birşey söylemek mümkün değilse, söylediği zaman söyliyen zarar görecekse, o zaman kalben onun yaptığını tasvip etmez. Bu yaptığı kötü işten dolayı onu içten kınar. Bu en aşağı derecedir. Her Müslüman en azından bu kadarını yapmalıdır. Müslüman, dine aykırı bir fiil gördüğü zaman ilgisiz, tepkisiz kalamaz. En azından kalben üzülür. Îmânın alâmeti, hubb-i fillah ve buğd-ı fillahtır... Hadîs-i şerîfte, "İbâdetlerin en kıymetlisi, hubb-i fillah ve buğd-ı fillahtır." buyuruldu. İbâdeti çok olan mü'mini, az olandan daha çok sevmek lâzımdır. İsyânı daha çok olan, küfrü ve fuhşu yayan kâfirleri daha çok sevmemek lâzımdır. Allah için düşmanlık edilmesi lâzım gelenlerin başında, insanın kendi nefsi gelir. Çünkü o da kâfirdir. Sevmek demek, onların yolunda bulunmak demektir. Toplumda, el ile, güç kullanarak emr-i ma'rûf ve nehyi münker yapmak, yani kötülüklere mâni' olmak, devlet adamlarının vazîfesidir. Söz ile, yazı ile cihâd etmek, âlimlerin vazîfesidir. Kalb ile, duâ etmekle mâni' olmak ise, her mü'minin vazîfesidir.