İslam tarihinde, devlet başkanlarının ayrı bir yeri ve önemi olmuştur. Yaşları ne olursa olsun halk, devlet başkanını her derdiyle ilgilenen bir "baba" olarak görmüş; devlet başkanları da halkını, ailesinin birer ferdi kabul etmişlerdir. Ülkesindeki her olaydan kendilerini mesul tutmuşlardır. Hazreti Ömer'in, "Dicle Nehri kenarında koyun güden çobanın, bir koyunu zayi olsa, korkarım ki, Allahü teâlâ, niçin o çobanın koyunlarını gözetmedin diye benden sorar" sözü meşhurdur. Hemen hemen bütün devlet başkanları bu anlayışta idiler. Bu anlayışın zirvede olduğu başkanlardan biri de, Ömer bin Abdülaziz'dir. Kendisinden önceki devlet başkanı Süleyman bin Abdülmelik'in ölümünden sonra, vasiyeti açıldığında, iki oğlu olmasına rağmen kendisinden sonra, Ömer bin Abdülaziz'in devlet başkanı yapılmasını istediği görüldü. Ömer bin Abdülaziz bunu duyunca, bu ağır yükün altına girmekten korkarak, bu görevi kabûl etmedi. Fakat, orada bulunanlar, ittifakla kabûl etmesini istediler. Bunun üzerine mecbûren kabûl etti. Sonra kürsüye çıkıp şunları söyledi: Çalışma şartları "Ey insanlar! Bizimle beraber çalışacak kimselerde şu beş şartın bulunması lâzımdır: 1- Halkımız her hâlini bize ulaştıramaz, bunun için halkımın hâlini bana bildirmek. 2- Hayırlı işlerde bize yardımcı olmak. 3- Kimse hakkında gıybet etmemek. 4- Boş şeylerle meşgûl olmamak. 5- Hayra delâlet eden işlerle meşgûl olmak, zararlı şeylerden uzak olmak. Bir kimsede bunlar yoksa bizimle beraber olmasın!" Sonra kendini saraya götürmek üzere alay atlarını getirdiler. Yanındakilere, "Bu atlar nedir?" diye sordu. "Bunlar sizin atlarınızdır. Sizi saraya götürmeye geldiler" cevabı üzerine, "Benim bunlara ihtiyâcım yoktur. Benim bineğim bana yeter. Ayrıca, şu anda orada rahmetlinin çocukları oturuyor, onlar taşınana kadar ben yine eski kıl çadırımda kalırım." Hizmetçisi, kendisini çok üzüntülü görünce sebebini sordu. Ömer bin Abdülaziz dedi ki: "Doğudan batıya kadar bütün Müslümanların haklarını koruma işi bana verildi. Bundan daha zor bir iş olur mu? Üzüntümün sebebi budur." Sonra hanımına şöyle bir teklifte bulundu: "Büyük bir yük altına girdim. Belki bundan sonra sana karşı gereken vazifemi yapamayabilirim. Seni serbest bırakıyorum. Buna rağmen benimle beraber yaşamak istersen, üzerindeki bütün zînetleri Beyt-ül-mala hediye etmeni istiyorum. Peygamber efendimizin sevgili kızları, hazret-i Fâtıma gibi, ma'nevî süslerle zînetlenmeni istiyorum." Bunun üzerine, hanımı bütün zînetlerini hediye etti... Ömer bin Abdülaziz hazretleri devlet başkanlığı makamına oturduğu gün, zamanının büyük âlimlerinden bazılarını çağırıp, onlardan nasîhat aldı. Âlimlere sordu: - Halk bu makamı büyük bir ni'met olarak görüyorsa da ben taşıyamayacağım kadar ağır bir yük olarak görüyorum. Bu yükün altına mecbûren girmiş bulunuyorum. Bu yükü nasıl taşıyabilirim, bu konudaki nasîhatleriniz nedir? Âlimler kendisine şu nasîhatte bulundular: - Yarın kıyâmet günü kurtulmak istersen, halkın ihtiyarlarını baban, gençlerini kardeşin ve küçüklerini de evlâdın bil! O zaman bütün Müslümanlara kendi evindeki, ana-baba, kardeş ve evlâd gibi muâmele etmiş olursun! Ömer bin Abdülaziz hazretleri, üzerine aldığı bu mesûliyetten çok korkardı. Herkese nasıl adâletle muâmele yapabileceğini düşünür, kendisini hiç düşünmezdi. Bir gün suç işlemiş birini gördü. Ona cezâ vermek isteyince suçlu kendisine hakaret etti. Ömer bin Abdülaziz, ona cezâ vermekten vazgeçti. Sebebini sorduklarında: - Araya nefsim girer, bana hakaret ettiği için cezâ veririm diye korktum, onun için vazgeçtim, buyurdu. Devlet başkanlığı döneminde en çok üzerinde durduğu konu adalet oldu. Bunun için kendisine "İkinci Ömer" denildi. Devletin bütün imkanlarını halka aksettirdi. Ömer bin Abdülaziz zamanında, refah o kadar yükselmişti ki, Müslümanlar zekâtını verebilmek için, günlerce yol yürümek, zekât verecek kimse aramak zorunda kalıyorlardı. Çünkü herkes zengindi. Fakir kimse bulmada zorluk çekiliyordu. Kalbinizi düzeltin! Ömer bin Abdülaziz hazretleri son konuşmasında buyurdu ki: Ey insanlar, içinizi, kalbinizi düzeltin. Eğer kalbinizi düzeltirseniz, işleriniz de düzelir, a'zâlarınız, gözleriniz, ayaklarınız, kulağınız, elleriniz hayırlı ameller işler. Allahü teâlânın râzı olduğu işler ile meşgûl olur, âhiret için sâlih ameller işlersiniz. Her yolculuğun kendine has bir azığı, hazırlığı vardır. Âhiret yolculuğu için de, takvâyı azık edinin! Allahü teâlânın vereceği ni'metleri görmüş gibi sevinin ve vereceği cezâyı, azâbı da görmüş gibi korkun! Tûl-i emele yâni uzun emele kapılmayın, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya sarılmak, bitmek bilmeyen istek ve arzûların peşinden koşmak, insanın kalbini katılaştırır. İnsanı, düşmanı olan şeytanın eline düşürür. Dünyaya aldanmış, huzûr ve saâdet arayan nice insanlar gördük. Huzûr ve saâdet ancak Allahü teâlânın rızâsını kazananlar içindir. Neşe, sevinç de kıyâmetin zorluğunu atlatanlar içindir...