İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin yaşadığı devirde, İslâm âleminde siyâsî ve dinî bakımdan büyük bir kargaşa hüküm sürüyordu. Şöyle ki: Bağdat'ta Abbâsî halîfelerinin hâkimiyeti zayıflamaya yüz tutmuş, bunun yanında Büyük Selçuklu Devletinin sınırları genişliyor ve nüfûzu artıyordu. Selçuklular, hem savaş meydanlarında zaferler kazanıyor, hem de o zamanın parlak ilim ocakları olan İslâm üniversitelerini açıyordu. Selçuklu sınırlarının dışında ise alabildiğine karışıklık hakimdi. Hasan Sabbah ve adamları, sapık İsmâiliyye fırkasını yaymaya çalışıyorlardı. Mısır'da Şiî Fâtımî Hânedânı çökmeye yüz tutmuş, Avrupa'da ise (Endülüs) felsefi fikirler dinin yerini almaya başlamıştı. Mukaddes toprakları Müslümanlardan almak için ilk Haçlı Seferleri de İmâm-ı Gazâlî zamanında başlamıştı. İslâm âlemindeki bu siyâsî karışıklıkların yanında bir de fikir ve düşünce ayrılıkları vardı. Bütün bunlar; Müslümanların birliğini doğrudan doğruya askerî kuvvetle ve ilim yoluyla yıkamayan iç ve dış düşmanların, halk arasında bozuk ve sapık fikirleri yayabilmeleri için çok uygun bir zemin teşkil ediyordu. Bir taraftan eski Yunan felsefesinin etkisinde kalan, İbni Sina, Farabi, İbni Rüşt gibi felsefecilerin bozuk fikirleri İslâm inançlarına karıştırıldı. Diğer taraftan Kur'ân-ı kerîmin âyetlerinin mânâsını değiştirerek ve kendi bozuk düşüncelerini katarak açıklamaya kalkışan Bâtınî ve Mûtezile gibi bozuk fırkaların inançları İslâma sokuldu. İşte böyle karışık bir zamanda, İmam-ı Gazali Ehl-i sünnetin müdâfaasını üstlenmiştir. İslâm âlimlerinin başında aklî ve naklî ilimlerde zamanın en büyük âlimi, müctehid ve asrın müceddîdi olan İmâm-ı Gazâlî, bir taraftan kıymetli talebeler yetiştiriyor, bir taraftan da sapık fırkaların bozuk inançlarını çürütmek ve Müslümanların bunlara aldanmamaları için okuyacakları kıymetli kitaplar yazıyordu. Üç yüz binden fazla hadîs-i şerîfi râvileriyle ezbere bilen ve "Hüccetül-İslâm" adıyla meşhur olan İmâm-ı Gazâlî, İslâmın yirmi temel ilmi ile bunların yardımcıları olan müsbet ilimlerde de söz sâhibiydi. Hadis ve Usûl-i Hadîs ilimlerinde ilim deryâsı olan bu büyük âlimin kitaplarında mevdu hadîs var diyerek, İmâm-ı Gazâlî'de eksiklik aramak, ilmin hakîkatını, İslâm âliminin derecesini bilmemektir. Zamanında yaşayan ve sonra gelen gerçek âlimler onun kitaplarını senet kabul etmişlerdir. Mezhepleri kaldırarak dinde reform yapmak ve dine felsefeyi sokmak isteyenler ise onun kitaplarına karşı gelerek açık-gizli düşmanlık yapmışlardır. Eğer bugün, İslamiyet Asrı saadetteki saflığı ile bize kadar gelmişse bunda İmam-ı Gazali hazretlerinin büyük emeği vardır. Bunun için bu büyük imama şükran borçluyuz. İmâm-ı Gazâlî hazretleri yaptığı bu büyük hizmetin rahatlığında 1111 yılının Cemâzilevvel ayının 14. Pazartesi günü büyük kısmını zikir ve tâat ve Kur'ân-ı kerîm okumakla geçirdiği gecenin sabah namazı vaktinde abdest tazeleyip namazını kıldı, sonra yanındakilerden kefen istedi. Kefeni öpüp yüzüne sürdü, başına koydu: "Ey benim Rabbim, Mâlikim! Emrin başım gözüm üzere olsun." dedi. Odasına girdi. İçeride, her zamankinden çok kaldı. Dışarı çıkmadı. Bunun üzerine oradakilerden üç kişi içeri girince, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin kefenini giyip, yüzünü kıbleye dönüp, rûhunu teslim ettiğini gördüler. Başı ucunda şu beyitler yazılıydı: Beni ölü gören ve ağlayan dostlarıma,/Şöyle söyle, üzülen o din kardeşlerime:/"Sanmayınız ki, sakın ben ölmüşüm gerçekten, /Vallâhi siz de kaçın buna ölüm demekten./ Bana rahmet okuyun, rahmet olunasınız./Biz gittik. Biliniz ki, sırada siz varsınız./Son sözüm olsun, "Aleyküm selâm" dostlar./Allah selâmet versin, diyecek başka ne var?