Âdem aleyhisselamdan beri insanoğlunun en büyük düşmanı dünya olmuş, mal, mülk olmuştur. Geçmiş ümmetlerin, Peygamberlerine "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" inanmamalarına sebep, dünyaya düşkün olmaları idi. Dünya muhabbeti, şarâba benzer. Bundan içen, ancak ölüm zamanında ayılır. Mûsâ aleyhisselâm, Tûr dağına giderken, birinin çok ağladığını gördü. "Yâ Rabbî! Kulun, senin korkundan ağlıyor" dedi. Allahü teâlâ, "Kan ağlasa dahî, onu af etmem. Çünkü o, dünyaya düşkündür" buyurdu. Sağlığını korumak, ibadetini rahat bir şekilde yapabilmek için mal edinmek günah değildir. Mesela, rutûbetten kurtulmak, temiz hava almak niyyeti ile yüksek binâ yapmak câizdir. Tekebbür için, övünmek için, yüksek binâ yapmak haramdır. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe buyuruyor ki: "Câhillerin hakâret etmemeleri ve düşmanlara azametli, kuvvetli görünmek için, âlimlerin, âmirlerin libâs ve binâlarının zînetli olması lâzımdır." Hadîs-i şeriflerde, "Dünyalık peşinde koşmak, su üzerinde yürümeğe benzer. Bunun ayaklarının ıslanmaması mümkün müdür? İslâmiyete uymağa mâni olan şeylere dünya denir" ve "Dünyalık arayanın buna kavuşması güçtür. Âhıreti arayanın buna kavuşması kolaydır" ve "Dünyalığa düşkün olmak, hatâların başıdır" buyuruldu. Yani her türlü hatâya, günaha sebep olur. Dünya peşinde koşan kimse, şüpheli şeylere, sonra mekrûhlara, sonra haramlara, hattâ küfüre dalar. İslam büyükleri kendi ihtiyacı olan şeyleri bile başkalarına verirlerdi. Hazret-i Hasen ve Hazret-i Hüseyn hasta oldular. Hazret-i Alî ve hazret-i Fâtıma ve hizmetçileri, çocuklar iyi olursa, üç gün oruç tutacaklarını adadılar. İyi oldular. İftârda yiyecekleri yoktu. Bir Yahudîden üç sâ' arpa ödünç aldılar. Hazret-i Fâtıma, bir sâ' arpayı un yaptı. Bununla beş ekmek pişirdi. Bir fakîr gelip, "Bana bir yiyecek veriniz" dedi. Ekmekleri buna verip, aç yattılar. Ertesi gün, bir yetîm geldi. Bunları da ona verip, yine aç yattılar. Üçüncü gün de, bir esîr gelip yiyecek istedi. Bunları da, ona verdiler. Allahü teâlâ, Resûlullaha âyet-i kerîme göndererek, bunların nezrlerini ve îsârlarını medh ve senâ buyurdu. Rızkı, yani parayı, mâlı zarûret miktarı bulundurup, fazlasını dağıtmağa "Zühd" denir. [Bir kimsenin hakkını geri vermek, ona olan borcu ödemek, "Adâlet" yapmak olur. Hakkından fazlasını vermek, "İhsân" etmek olur. Rızkının, yani muhtâc olduğu malın hepsini başkasına vermek, "Îsâr" olur.]