Ad kavmindekilerin kuraklığa dayanamayıp, iman edeceklerini söylemeleri üzerine, Halcan, o kadar zulüm ve haksızlıklarına, aşağılık ve alçaklıklarına, şirk ve isyanlarına, küfürdeki inat ve ısrarlarına bir yenisini daha ekleyerek, kavminin bu sözlerine şiddetle karşı çıktı ve, "İçinde bulunduğunuz zorluklar sebebiyle Hûd'un dinine girmeyi mi düşünüyorsunuz? Kumları yemek ve idrarlarınızı içmek pahasına da olsa, onun dinine girmeyeceksiniz. O çok yalan söyleyen sihirbazın biridir" gibi hezeyanlarla Hz. Hûd'a dil uzattı. Bu saçma sözlerini kendi bozuk mantığı ile güya şöyle ispat etmeye çalışıyordu: "Bu bela bize, ona itaat etmediğimiz için isabet etmiş ise, o hâlde niye davarlarımız, ehlî ve vahşî hayvanlar açlıktan helâk oldular? Onların böyle bir günahları yok ki. Bize isabet eden, aynen onlara da isabet etti. Şüphesiz, bu bela size ve sizin dışınızda olanların hepsine isabet etmiştir. Siz bu hâle bir miktar daha sabredin. Bu böyle devam edecek değil ve siz de hep bu hâlde kalacak değilsiniz." Halcan'ın bu sözlerinden sonra, Âdlılar, Hz. Hûd'a tâbi olmaktan yine vazgeçtiler. Halcan'ın sözlerine aldanarak, olanca güçleri ile açlığa tahammül etmeye, bu sıkıntılara göğüs germeye çalıştılar. Bu esnada Hz. Hûd, yüksek bir tepeye çıkarak şöyle nida etti: "Ey Âdlılar! Beni inkâr etmeye devam ediyorsunuz. Ama biliniz ki, şu içinde bulunduğunuz hâl, benim, sizi, kendisiyle korkuttuğum azabın başlangıcıdır. Benim sözlerime iltifat etmez, inanmazsanız, o azaba yakalanırsınız. Şayet Allahü teâlâya iman ederseniz, gökten size yağmur yağdırması, yerden ot bitirmesi için, Ona duâ ederim." Musibetten kurtulmak için, Hûd aleyhisselama uymanın şart olduğunu bir türlü anlayamayan Âdlılar, bunu dinledikten sonra, sıkıntıdan kurtulmak için kendileri dua etmeye karar verdiler. Bunun için bir heyetin yağmur duâsı için Mekke'nin bulunduğu yere gitmesi kararlaştırıldı. O zamanda, mümin, müşrik hangi din ve milletten olursa olsun; herhangi bir kimsenin bir sıkıntısı olsa, başı darda kalsa, haksızlığa uğrasa veya bir şey isteyecek olsa, Kâbe-i muazzamanın bulunduğu yere gelerek duâ ederdi. Burası, yapılan duâların mutlaka kabul olması sebebiyle, Âdem aleyhisselamdan beri Beytullah olarak tanınmış ve hürmet yönü daima gözetilmiştir. Bu yüzden Mekke hiç boş kalmazdı. Değişik beldelerden gelen çeşitli insanlar toplanırlar ve duâda bulunurlardı. Beytullah'ın yerinde, o zaman kırmızı bir tepeciğin olduğu söylenmektedir.