İlk zamanlar, müşriklerin İşkenceleri dayanılmaz bir hâl alınca, Müslümanlara Habeşistan'a hicret etmelerine izin verilmişti. Hz.Mikdâd bin Esved de, Habeşistan'a hicret eden ikinci kâfilenin içinde yer almıştı. Peygamberimizin Medîne'ye hicretine kadar orada kaldı. Buradan Medîne'ye döndü. Mikdâd bin Esved Medîne'ye gelince, Resûlullah efendimiz, onu haber toplaması için Meke'ye gönderdi. Çünkü Peygamberimiz Mekke'deki müşriklerin durumunu araştırıp, Müslümanlar için ne düşündüklerini öğrenmek istiyordu. Nitekim daha önce Utbe bin Cezvan da, bu maksatla Mekke'ye gönderilmişti. İşte bu sıralarda Mekkeli müşrikler, birkaç koldan Medîne'ye akın için hazırlanmışlar, keşfe çıkmışlardı. Hz. Mikdâd ile Hz. Utbe de bunların arasına sokularak beraberce ilerlediler. Resûlullah efendimiz de tam bu sırada Ubeyde bin Hâris'i keşif için göndermiş olduğundan, bunların ikisi hemen ona iltihak ederek, Medîne'ye döndüler. Hz. Mikdâd cesûr, gözüpek ve fedâkâr bir Müslümandı. Bütün önemli hâdiselerde, ona vazîfe verilirdi. Hîleyle esîr ve şehîd edilen, Hz. Hubeyb'in mübârek cesedi, müşriklerin elindeydi. Bunu istemeyen Efendimiz, Hz. Ebû Zer ile Hz. Mikdâd'ı vazîfelendirmişti. Her husûsta, Kur'ân-ı kerîme ve sevgili Peygamberimize uygun hareket ederdi. Kur'ân-ı kerîmi baştan başa ezberlemişti. Hâfız idi. Çünkü Resûl-i ekrem buyurmuştu ki: "Kur'ân-ı kerîme sarılınız! Çünkü o şefâ'at eden ve şefâ'ati kabûl edilendir. Kendisine uymayanların yenilmeyen hasmıdır. Kim Kur'ân-ı kerîmin emirlerine uyarsa, Kur'ân-ı kerîm, onu Cennete götürür. Kim de Kur'ân-ı kerîmin emirlerine sırt çevirirse, Cehenneme gider. Kur'ân-ı kerîm en hayırlı yolu gösterir. Güzellikleri sayılamaz. Âlimler ona doymazlar. O hakîkate ulaşmak için Allahın sağlam ipidir. Doğdoğru yoldur. Cinlerin Kur'ân-ı kerîmi duydukları zaman, hayretten, "Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur'ân dinledik ve hemen inandık ve artık Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız" dedikleri hakîkattir." Hz. Mikdâd bin Esved, herkesin hakkında son derece ihtiyatlı konuşurdu. Ancak işlerini netîcesine bakarak hüküm verirdi. Bu husûsta kendisi şöyle bildiriyor: Ben, bir adamın sonunu görmeden onun hakkında iyi veya fena bir şey söylemem! Çünkü buna dâir Resûlullahtan bir şey sorulmuştu da, şu cevâbı vermişti: "İnsan kalbi kadar değişen bir şey yoktur!"