Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi almada en çok korktuğu, çekindiği Türkiye'nin Müslüman bir ülke olmasıdır. Bunu açıkça söylemeseler de, dolaylı yollardan ima etmektedirler. Korkularının sebebi de şu: Şu anda, Batı'da Hıristiyanlık bitmiş bir durumdadır. Gençlerin dinle ilgileri kalmamıştır. Sadece yaşı ellinin üzerindeki insanlar Hıristiyanlığa inanıyor. Bunlar da öldükten sonra Hıristiyanlık kalmayacak. İşte tam bu sırada, Türkiye Avrupa Birliğine üye olur, Müslümanlar bütün Avrupaya dağılır; bunları gören inanç boşluğundaki insanlar Müslüman olur ve Avrupa'nın dini çehresi değişir diye korkuyorlar. Bunun için, çeşitli yollarla İslamiyeti içeriden çökertip, rağbet görmeyecek, ilgi çekmeyecek hale sokmak istiyorlar. Çünkü, ancak gerçek İslam Batı'daki inançsız kimselerin ilgisini çeker, Hıristiylanlık gibi adı olan kendi olmayan bir İslamiyet Batı'nın ilgisini çekmez. Avrupa Birliği'ne girmeden ve girdikten sonra da "İslamı Protestanlaştırma" faaliyetleri devam edecek; gizli açık müdahaleler olacak. Daha şimdiden rahatsız olmaya ve müdahale etmeye başladılar bile. Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Çanakkale Zaferi'nin 90. yıldönümü ve misyonerlik faaliyetleri nedeniyle camilerde okuttuğu hutbeler, AB üyesi ülkelerde ve Amerika'da tepkilere neden oldu. AB'nin genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn,Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Brüksel ziyareti sırasında, bu hutbelerden duyulan rahatsızlığı dile getirdi. Özellikle, Diyanet'in 11 Mart tarihli hutbesinde yeralan "İslam'ı ve Müslümanları tarihten silmek için sözde kutsal ordular oluşturdular, ancak nihai amaçlarına ulaşamadılar", "Allah katında tek din İslamdır" cümlelerinden rahatsız olduklarını bildirerek "ayrımcılık" yapmakla suçladılar. Bunun için, ABD ve AB'nin önümüzdeki günlerde İslâm ülkelerine yönelik bazı yeni uygulamalar içine girecekleri gelen haberler arasında. Bu uygulamalar çerçevesinde cami imamlarının ve cuma hutbelerinin kontrol altına alınacağı da kaydedildi. Sayın Bakan hutbede "dini ayrımcılık" yapıldığı iddiasına tepki göstererek, "İslam dini son ve hak dindir. Bir Müslümanın bunu söylemesinden doğal bir şey olamaz. 'İslam dini son dindir ve hak dindir' diyemeyecek miyiz?" diye sordu. "O hutbede dini ayrımcılık göremiyorum. Her gün kilisede İsa'sız kurtuluş yoktur denilerek dua ediliyor. Bütün Hıristiyanların ifadesi budur. O öyle inanıyor, biz böyle inanıyoruz. Kendi dininiz ile ilgili dinimize nasıl inanıyorsak öyle anlatmak zorundayız. Her Müslüman İslam'ın en son din olduğuna hak din olduğuna inanmak zorundadır. Böyle inandığı için Müslüman olur." dedi. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Fikret Karaman da, İslamiyeti anlatmanın asli görevleri olduğunu bildirerek, misyonerlik faaliyetlerinin son günlerde daha da yoğunlaştığını bu hususta başka kuruluşlara da görev düştüğünü belirtti. Özellikle Balkanlar ve Türk Cumhuriyetlerinde yaygın olan misyonerlik faaliyetlerin bir bölümünün Anadolu topraklarında da yayıldığını belirten Karaman: "Misyonerlik faaliyetleri değişik görüntü ve metotlarla yürütülmektedir. Bu hususta kamu ve eğitim kurumları, sivil toplum kuruluşları, basın ve yayın organları gerekli duyarlılığı göstermelidir. Siyasi otorite tarafından da ihtiyaç duyulan alanlarda yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Buna göre ülkemizi ve insanımızı misyonerlik faaliyetlerine karşı korumak, ilgili kurumların ortak bir görevi olmalıdır" dedi. Sayın Karaman'ın dediği gibi, Batı'nın bu oyununa gelmemek için, bütün kurum ve kuruluşlarımızla, İslamiyetin doğru olarak öğretilmesine yardımcı olmak zorundayız. Sayın Başbakanın da dediği gibi, biz dinimizi temel kaynaklarımızdan en iyi şekilde öğrenir ve öğrenirsek, Batı avucunu yalar.= Tel: 0 212 - 454 38 21 Faks: 0 212 - 454 38 29