Artık her şey yabancılaşmaya, sunîleşmeye, sahteleşmeye başladı zamanımızda. Arkadaşlık, dostluk, komşuluk vs... Son senelerde bununla da kalmadı, ibadetlerimize, hayır hasenatımıza da yansıdı bu sunîlikler, riyakârlıklar, gösterişler... Eskiden, "Sağ elinin verdiğini sol elin duymayacak" prensibi gereği, en yakınları bile yapılan yardımlardan haberi olmazdı hayırsever kişinin. Yaptığı iyiliği söylemek utanılacak bir işti. Yanında, yaptığı hasenatı konuşulduğunda, kulaklarına kadar kıpkırmızı olurdu o insan. Şimdi küçücük bir çeşmede bile boydan boya büyük harflerle, "Bu çeşme filânca tarafından yaptırılmıştır" levhasını görüyorsunuz. Hastahaneye gidiyorsunuz, süslü püslü levhalarda yazıyor: "Bu ünite filânca iş adamı tarafından yaptırılmıştır." Bunlar sadece iki örnek... Yapılan hayır hasenatın kabul olması için, buna riyanın, yani gösterişin karışmamış olması; o işin Allah'la kişi arasında kalması lâzımdır. Yapılan hayır hasenat; birilerinden "aferin" almak veya kendinin veya firmasının reklâmı için yapılıyorsa, o, hayır olmaktan çıkar. Gazetelere, TV'lere verilen ücretli reklâma döner. Yapılan iş, Allah rızası için değil de başkaları için yapılırsa, ahirette, Allahü teâlâdan karşılığını almak için gittiğinde, kendisine, "Sen o yaptığını aferin desinler diye yapmıştın. Nitekim aferin de dediler. Şimdi ne istiyorsun? Kimin için yaptıysan karşılığını git ondan iste!" denecektir. Eskiden ramazanlarda, mübarek günlerde, çoğunlukla kılık kıyafet değiştirmiş, yani eski söyleyişi ile tebdil giyinmiş zenginler, hiç tanınmadıkları yerlere giderler; bakkal, kasap, manifatura vs. dükkânlarına girerler, müşterisi olmadığı bir zamanda yumuşak, mütevazı bir ifade ile, derlermiş ki: "Borç defterinizi açar mısınız?" Esnaf, onun tavrından ne maksatla geldiğini bilirmiş... Defteri çıkarınca da, gelen kimse, durumuna göre şöyle dermiş: "Lütfen, baştan on sahifenin toplamını yapar mısınız?" "Silin borçlarını..." der, öder çeker gidermiş... Esnaf da arkasından "Allah hayrını kabul etsin..." dermiş. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren de, kimi borçtan kurtardığını bilmezmiş. Çünkü hepsi sadece Allah rızası içinmiş... O günkülerin söyleyişi ile "rızayı İlâhi için" (Mesela günümüzde de, yurda gidip, on öğrencinin yıllık masrafı ne kadar deyip gizlice ödenemez mi?) İşte dinimizin emrettiği sadaka, hayır hasenat böyle yapılır. Böyle yapılırsa ahirette karşılığını bulur; aksi takdirde karşılığını alamayacağı gibi, riya, gösteriş karıştırdığı için hesabını verecektir. Bunu bir yerde anlatınca hemen sordular: "Esnaf daha sonra borçluya bunu haber vermez ve ayrıca ondan da alırsa?" "Hayır!.. Böyle bir şeyin olması mümkün değil" dedim. Sebebini de şöyle izah ettim: Bir toplumda günlük hayatta geçerli olan değerler bir bütündür. Ayrıca, sağlam bağlarla bağlıdırlar birbirlerine. Böylesine iyi niyetli ve hassas bir toplumun içinden, öylesine nankör ve ahlâksız biri çıkmaz. Belki istisna kabilinden çıksa bile iflâh omaz; o toplumda barınamaz... Çünkü, hakim olan iyilikler, kötülükleri boğar. Şer sahibi, kötülükte ne kadar tecrübe sahibi olursa olsun, hiç ummadığı anda maskesi düşer... Hele yalnızca doğruluğun, dürüstlüğün, havadaki oksijen kadar yüreklere yaşama gücü verdiği o günlerde... Bunun için geçmişteki olayları değerlendirirken o günün şartlarını göz önünde tutmak gerekir. Yoksa varılan sonuç insanı yanıltır. Her sistem, bu sistemi kabullenmiş, canı gönülden sevmiş insanlar ile işler. Yaşayışı, değerleri çok farklı olan zamanımızın insanı ile bu yolu ihya etmek elbette mümkün değil... > Tel: 0 212 - 454 38 21 Faks: 0 212 - 454 38 29