Dünyanın neresinde olursa olsun; dinli dinsiz, fakir zengin, cahil okumuş, genç ihtiyar, herkesin kesin olarak inandığı, kabul ettiği tek şey var; o da ölüm... Bundan kimsenin şüphesi yok. Farklı, inanışlar, düşünceler ölümden sonrası için. Ateistler, ölümden sonrasına, ahirete inanmıyor. Bunun için ölüm sonrasına hazırlanmıyorlar. Halbuki insan, dünyadaki işleri için, birçok alternatif tedbirler alır, ihtimal hesapları yapar; işi garantilemek ister. Aslında esas garantiye alınacak iş, ölüm sonrasıdır. Ahirete inanmayanlara Hazreti Ali mantık yoluyla şu cevabı veriyor: "Müslümanlar, ahirete inanıyor. Ateistlar, inkâr ediyor. Tekrar dirilmek olmasaydı, inanmayanlar bir şey kazanmaz, Müslümanlar da, zarar etmezdi. Fakat, kâfirlerin dediği olmayınca, sonsuz azab çekeceklerdir." İslam âlimleri, ahiretin olduğunu ispat etmekte, inanmayanların hücumlarına akıl, ilim ve fen ile cevap vermektedir. Müslümanlar, sözlerini isbat etmeseydi dahi, kıyamet inkâr olunabilir mi idi? Sonsuz azabda kalmak, bir ihtimal bile olsa, bunu hangi akıl kabul eder? Halbuki, ahiret azapları, bir ihtimal değil, meydanda olan hakikattir. O halde, inanmamak, akılsızlık olur. YOLA ÇIKACAK OLAN HAZIRLIK YAPAR! Ölüme ve ahirete inanan ve bir gün onun mutlaka kendisine de geleceğini bilen kimsenin, ona hazırlanması gerekir. Birkaç saatlik yolculuğa çıkan bile az çok hazırlık yapar. Sonsuz yolculuğa çıkmak hiç hazırlıksız olur mu? Bu hazırlık, hayatta iken sâlih ameller işlemek ve kötü amellerden, işlerden uzak durmakla olur. Gerçek bir Müslüman, hayatının her ânında, sâlih ameller içinde bulunmalıdır. Zîrâ, ölümün ne zaman ve nerede geleceği hiçbir sûretle belli olmaz. Resûlullah efendimiz, ölümün sıkıntısını ve acılığını açıkça belirtmiştir. Dünya hayatının sıkıntılarına sabredip, tahammül göstermek, ölüm sıkıntısına tahammül etmekten daha kolaydır. Çünkü ölüm sıkıntısı âhiret azâbı cinsindendir. Âhiret azâbı ise dünya azâbından daha sıkıntılı ve daha şiddetlidir. Dünya sıkıntısı ile mukayese bile edilemez. Resûlullah efendimiz bir nasîhatinde şöyle buyurdu: Beş şeyden önce beş şeyi ganîmet bil: 1- İhtiyarlığından önce gençliğini, 2- Hastalığından önce sıhhatini, 3- Meşgalelerinden önce boş vakitlerini, 4- Fakirlikten önce zenginliğini, 5- Ölümünden önce ömrünü. Resûlullah efendimiz bu beş şeyde birçok ilimleri toplamıştır. Zîrâ insan, ihtiyarlığında yapamadığı amelleri gençliğinde yapabilir. Yine, gençliğinde bir günâhı işlemeğe alışan insan, ihtiyarlığında onu terk etmeğe kolay kolay muktedir olamaz. O hâlde, bir gencin, gençliğinde sâlih ve hayırlı amelleri âdet edinmesi gerekir. Tâ ki, ihtiyarlığında onları kolaylıkla yapabilsin. Sağlıklı insan, malında ve kendi irâdesinde hükmünü daha çok ve daha kuvvetle yürütebilir. O hâlde, sıhhatli insanın, bu sıhhati ganîmet bilmesi ve gerek mâlî ve gerekse bedenî ibâdetler husûsunda sâlih amellerde bulunması lâzımdır. Çünkü hastalanınca beden zayıflar, kuvvetten düşer ve ibâdetleri hakkıyla yapamaz olur. NE ZAMAN AMEL İŞLEYECEKSİN! İnsanlar umûmiyetle geceleri boştur. Gündüzleri de meşguldürler. O hâlde, ahlâkî yönden kemâle ermek ve Allaha yaklaşmak maksat ve gâyesiyle geceleri boş saatlerde namaz kılmak, gündüzleri de, bilhassa kış günlerinde oruç tutmak gerekir. Nitekim Resûlullah efendimiz şöyle buyururlar: "Kış gecesi uzundur, onu uyku ile kısaltma. Gündüz de aydınlıktır, onu günâhlarınla karartma!" İnsan, Allahın helâlinden verdiği azığa kanâat etmeli, ona râzı olmalı, onu ganîmet bilmeli ve diğer insanların elindekine tamah eylememelidir. Kişi, hayatta oldukça iyi ameller işlemeğe muktedir olabilir. Ölünce amel kesilir. Bunun için bir mü'mine yaraşan, bu fânî, geçici hayatı boşa geçirmemek ve sonsuz hayata hazırlanmaktır. Hikmet ehli bir zât şöyle der: "Ey insan! Çocukluğun oyunla geçer, gençliğin gafletle. İhtiyarlayınca da zayıf düşersin. Acaba sen, şanı yüce olan Allah için ne zaman sâlih ameller işleyeceksin?.."