İnsanın dünya ve ahiret rahatı; iyilikleri yaymaya ve kötülüklere mani olmaya bağladır. Buradaki iyilikler ve kötülükler de bizim kendi aklımıza ve mantığımıza göre olan şeyler değil, Cenab-ı Hakkın iyi veya kötü olarak bildirdikleridir. Bildirilen bu iyilikleri iyi, kötülükleri kötü bilen, bunları kabul eden, elinden geldiği kadar yapmaya çalışan Cenab-ı Hakkın dostudur. Bunları inkâr eden düşmanıdır. Allahü teâlânın dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek dinimizin emridir. "Buğd-i fillâh" yani Cenab-ı Hakkın düşmanlarına Allah için düşmanlık farzdır. İnsanı Allahü teâlâya yaklaştıran şeylerin birincisidir. Îmânın tamamlayıcısıdır. İbadetlerdin en kıymetlisidir. Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma sordu: - Yâ Mûsâ! Benim için ne işledin? Mûsâ aleyhisselâm cevap verdi: - Yâ Rabbî! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, ismini çok zikrettim. Mûsâ aleyhisselâmın bu cevabı üzerine, Cenâb-ı Hak buyurdu ki: - Yâ Mûsâ, namazların sana burhândır. Oruçların Cehennemden siperdir. Zekât kıyâmet gününün sıcaklığından koruyan gölgedir. İsmimi söylemen de, kabir ve kıyâmet karanlığında seni aydınlatan nûrdur. Ya'nî bunların fâideleri hep sanadır. Benim için ne yaptın? DOSTLARIMI SEVDİN Mİ? Mûsâ aleyhisselâm, - Yâ Rabbî! Senin için olan ameli bana bildir! diye yalvardı. Cenâb-ı Hak: - Yâ Mûsâ! Dostlarımı benim için sevdin mi ve düşmanlarıma benim için düşmanlık ettin mi? meâlindeki âyet-i kerîme ile cevap verdi. Mûsâ aleyhisselâm da, Allah için amelin, "Hubb-i fillâh" ve "Buğd-i fillâh" yanî Allah için dostluk, Allah için düşmanlık olduğunu anladı. Ayrıca zâlimler, açıkça günâh işleyenler, Cenâb-ı Hakka âsî olanlar da sevilmez. Âl-i İmrân sûresi, elli yedinci ve yüz kırkıncı âyetlerinde meâlen, "Allahü teâlâ, zâlimleri sevmez" buyuruldu. Hadîs-i şerîfte, "Zâlimin çok yaşamasına duâ etmek, Allahü teâlâya isyân olunmasını istemektir" buyuruldu. Süfyân-ı Sevrî hazretlerine, "Çölde bir zâlim susuzluktan helâk oluyor. Ona su verelim mi?" denildikte, "hayır vermeyin" buyurdu. Zâlime yardım eden, halkın malına, canına zarar verilmesine yardım etmiş olur. Onun yaptığı zulümlere ortak olur. Zâlimden her zaman uzak kalmak daha iyidir. Zâlime, kâfire hürmet etmek, saygı ile selâm vermek, üstâdım demek, küfür olur. İnsanın dinden çıkmasına sebep olur. Harâm işlediği bilinen günahkâr sevilmez. Bid'ati yayanları ve zâlimleri sevmek, günâhtır. Hadîs-i şerîfte, "Günâh işleyenin günâhına mâni olmaya kudreti varken, kimse mâni olmazsa, Allahü teâlâ, bunların hepsine, dünyada ve âhirette azâb yapar" buyuruldu. Ömer bin Abdülazîz hazretleri buyurdu ki, "Allahü teâlâ, bir kimse günâh işlediği için, başkalarına da azâb yapmaz ise de, açıkça günâh işleyenler görülüp de, buna mâni olmadığı zaman, hepsine azâb yapar." İSLAMIN TEMELİ Allahü teâlâ, Yûşa Peygambere buyurdu ki: - Kavminden kırk bin sâlih kimseye ve altmış bin fâsık, günâhkâr kimseye azâb yapacağım! - Yâ Rabbî! Fâsıklar, azâbı hak etmiştir. Sâlihlere azâb yapmanın hikmeti nedir? diye sorunca, - Benim gadab ettiklerime, onlar gadab etmedi. Birlikte yediler, içtiler, buyurdu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Sizden her kim kötülük görürse onu eliyle düzeltsin, gücü yetmezse diliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu, imanın en zayıf derecesidir" Abdulgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki: "Söz ve yazı ile emr-i maruf, âlimlerin vazifesidir. Kalb ile, dua ederek günah işleyene mani olmaya çalışmak da her müminin vazifesidir. El ile müdahale ise devletin vazifesidir." Dini İslamın temeli, imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar öğretilmediği zaman, İslamiyet yıkılır, yok olur.