Sa'dî Şîrâzî hazretlerinden kıssalar: Hükümdar İskender'e sordular: - Doğu ve batı memleketlerini ne ile aldın? Önceki hükümdarların hazîneleri, varlıkları ve askerleri çok daha fazla olduğu hâlde, onlara böyle bir fetih nasîb olmamıştı. Bunun sırrı nedir? Cevap verdi: - Hangi memleketi aldımsa, halkını incitmedim ve büyüklerinin adını ancak iyilikle andım. Baht, taht, emir, zafer mademki gelip geçiyor, hepsi hiçtir. Geçmişlerin adını iyilikle yaşat ki, senin adın da iyilikle anılsın. İnsanların iyi bir isim bırakması, altın yaldızlı saray bırakmasından daha hayırlıdır. ÇOBAN KOYUN İÇİNDİR! Yalnız yaşayan bir derviş, bir sahranın köşesinde oturuyordu. Yanından bir padişah geçti. Derviş, başını kaldırıp hükümdara iltifat etmedi. Padişah da, saltanatın verdiği azamet dolayısiyle, öfkelendi: Vezir dervişe dedi ki: - Yeryüzünün padişahı yanından geçti. Niçin saygı göstermedin? Terbiyenin icâbını neden yerine getirmedin? Derviş cevap verdi: - Padişaha söyle de, kim kendisinden ni'met umuyorsa saygıyı ondan beklesin. Şunu da bilsin ki, padişahlar halkın koruması içindir, halk padişaha boyun eğmek için değil. Koyun, çoban için değildir. Fakat çoban, koyun içindir. *** Vezîrlerden biri Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin huzuruna çıktı: - Gece gündüz sultâna hizmet etmekle meşgulüm. İyiliğini umuyorum ama kötülüğünden de korkuyorum, diye himmet, yardım istedi. Büyük velî ağladı, dedi ki: - Sultândan korktuğun kadar Allahü teâlâdan korksaydın sıddîklardan, iyilerden biri olurdun. *** Eski İran hükümdarlarından Nûşirevan ava çıkmıştı. Bir hayvanı kesip ateşe koydular. Yanlarında tuz yoktu; getirsin diye köye bir adam gönderdiler. Nûşirevan: - Tuzu para ile al ki, bedava alma âdeti çıkmasın, köy harap olmasın, dedi. - Bu kadarcık şeyden ne zarar gelir, diye sordular. Cevap verdi: - Cihânda zulmün temeli ufacık bir şeydi. Ama her gelen onu büyüttü. Nihâyet şimdiki duruma ulaştı. Devri kötü olan zâlim, dünyada kalmaz ama, üzerinde sonsuz lanetler kalır. Her zaman adâletle hareket etmelidir. *** Basra cevâhircilerinin toplantısında birisi anlatıyordu: - Bir zaman çölde yolumu kaybetmiştim. Yanımda yiyecek diye bir şey kalmamıştı. Ölmeyi gönlüme koyduğum sırada ansızın inci dolu bir kese buldum. Bunu, kavrulmuş buğday sandığım andaki zevki ve sevinci, inci olduğunu öğrenince de duyduğum acıyı ve yeisi hiç unutamam. Kuru çöllerde, kumların ortasında susuzun ağzında inci olmuş, sedef olmuş, ne çıkar? İdâm edilen adamın kemerinde ha altın bulunmuş, ha saksı kırığı. Ne fayda? *** Bir mürid, pîrine: - Onun bunun ziyâretime çok gelmelerinden zahmet çekiyorum. Kıymetli vakitlerim bu gelip gitmelerle perişan oluyor. Ne yapayım? dedi. Pîr cevap verdi: - Yoksul olanlarına borç verirsin; zengin olanlarından da bir şey istersin. Bir daha etrafında dolaşmazlar. *** Zâhid olarak bilinen biri, padişahın misâfiri olmuştu. Sofraya oturdukları zaman, her zaman yediğinden daha az yedi. Namaza kalktıkları zaman her günkünden daha çok kıldı. El âlemin, kendisini takdîr etmesini istiyordu. Evine dönünce sofra kurdurdu, yemek istedi. Anlayışlı bir oğlu vardı. Babasına: - Sultânın ziyâfetinde bir şey yemedin mi, baba? diye sordu. - Onların önünde ayıplamasınlar diye işe yarayacak kadar bir şey yemedim, dedi. Çocuk cevap verdi: - Öyleyse namazı da kazâ et sen! Çünkü onu da işe yarayacak gibi kılmamışsındır. MÜJDE!.. Adamın biri hükümdara müjde getirdi: - Azrâil aleyhisselâm, filanca düşmanının canını aldı. Seni ondan kurtardı. Hükümdar sordu: - Beni bırakacağını, canımı almayacağını da ondan işittin mi? Sa'dî Şîrâzî hazretleri, İslâm âlimlerinin ve velîlerinin büyüklerindendir. Ömrünü ilim öğrenmek ve öğretmekle geçirmiştir. Gülistan isimli kitabında buyuruyor ki: "Değil mi ki, sonunda ölüm vardır ve bu can göç yolunu tutacaktır. O hâlde, ister taht üzerinde can vermişsin, ister toprak üzerinde ne fark eder?"