Allahü teâlânın var olduğu ve bir olduğu, Muhammed aleyhisselâmın, Onun resûlü olduğu ve onun getirdiği her emirin ve haberlerin, doğru olduğu, ona inanmayanın Müslüman olamıyacağı; dolayısıyla Yahudilerin ve Hıristiyanların ebedi olarak Cehennemde kalacağı güneş gibi meydandadır. Düşünmeğe, isbât etmeğe hiç lüzum yoktur. Kalbin bunlara inanması için, kalbin bozuk olmaması, manevî hastalığı bulunmaması lâzımdır. Kalb hasta ve bozuk olunca, kalbin inanması için, akıl ile düşünmek, incelemek lâzım olur. (Basîret)ten yani kalb gözünden manevî perde kalkarsa, bunlara seve seve inanılır. Meselâ, safrası bozuk kimse, şekerin tadını duymuyor. Şekerin tatlı olduğunu ona anlatmak, isbât etmek lâzım olur. Fakat, safra hastalıktan kurtulunca, isbât etmeğe lüzum kalmaz. Hastalıktan dolayı isbât etmek lâzım olması, şekerin tatlılığına bir kusûr vermez. Şaşı olan, bir şeyi iki görür ve iki kişi var sanır. Şaşıdaki göz hastalığı, karşısındaki bir şeyin, iki olmasını îcâb ettirmez. O iki gördüğü hâlde, görünen yine birdir. Bunun bir olduğunu isbât etmek çok zordur. Din bilgilerini, akıl ile isbât ederek kalbe inandırmak, kolay değildir. Yakînî, vicdanî bir îman elde etmek için, isbât yoluna gitmektense, kalbi hastalıktan kurtarmak lâzımdır. Nitekim, safra hastasını, şekerin tatlı olduğuna inandırmak için, isbât etmeğe kalkışmaktansa, onu hastalıktan kurtarmak lâzımdır. Safrası bozuk olan hastaya şekerin tatlı olduğu, ne kadar isbât edilirse edilsin, yakîn hâsıl edemez. Çünkü, şeker ağzına acı gelmekte, vicdanı acı olduğunu bilmektedir. Nefis, yaratılışta ahkâm-ı islâmiyyeye düşmandır. Kalbin hasta olması, nefse uyması demektir, yani İslamiyete uymak istememesidir. Dünyaya düşkün olmak, kalbdeki îmanı zayıflatır. Bir kimse, nefislerinin esîri olan gâfil insanların sohbetlerinden, sözlerinden, yazılarından, kitablarından uzaklaşırsa ve nefsi (tezkiye) olursa,yani inkâr hastalığından kurtulursa, bu dâhilî ve hâricî düşmanlardan kalbe hastalık gelmez. Mevcûd hastalık da, İslamiyete uyarak, (istigfâr okuyarak) tasfiye edilince, kalb hakîkî îmana kavuşur. Nefsin cibillî hastalığından tezkiyesi ve kalbin hâricden gelen hastalıktan tasfiyesi, mürşid-i kâmilin sohbetinde bulunmakla, kitablarını okumakla ve ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla nasîb olur. Mürşid-i kâmil, bütün sözleri, bütün işleri, İslamiyete uygun olan, Ehl-i sünnet âlimi demektir. İslamiyeti iyi bilmesi, derin âlim olması lâzımdır.