Resûlullah Efendimiz Hazreti Ali'nin yetişmesine çok gayret sarf edip, ilkbahâr bulutu gibi o goncaya kol-kanat gerdi. Hazreti Ali beş yaşına girdiğinde, Hîcâz memleketinde az yağmur sebebi ile kıtlık oldu. Gıdâ yokluğundan halk sıkıntıya düştü. Ebû Tâlib'in çoluk-çocuğu çok idi. Bir gün Resûl-i ekrem Efendimiz amcası Abbâs'a buyurdu ki: Ey amcam, sen zenginsin! Ebû Tâlib amcam, fakîr ve çocukları da çoktur. Münâsibdir ki, kıtlık geçinceye kadar her birimiz Ebû Tâlib'in çocuklarına bakalım. Ona ma'îşet husûsunda yardım edelim. Berâber Ebû Tâlib'in huzuruna gelip, durumu söylediklerinde, Ebû Tâlib dedi ki: Ukayl'i benim ile bırakınız. Diğerlerini siz bilirsiniz! Hazreti Abbâs, Ca'fer-i Tayyâr'ı alıp, Hazreti Fâhr-i âlem Efendimiz de Aliyyül Mürtedâyı kabûl kılıp, Hazreti Ali Onun kefâletinde oldu. Hazreti Ebû Bekr'den sonra Hazreti Ali îmân getirdi. Sonra diğer Sahâbe-i kirâm îmân getirdi . Fahr-i âlem Efendimize nübüvvet pazartesi günü bildirildi. Önce Hazreti Ebû Bekr îmâna geldi. İkinci olarak Salı günü Hazreti Ali îmâna geldi. Hazreti Ebû Bekr'den önce kimse îmâna gelmemiştir. İkinci îmâna Hazreti Ali gelmiştir. On yaşında idi. Bazıları yedi veya 12 yaşında idi dediler. Hazreti Ali ömründe hiç puta tapmadı. Hak teâlâ onu puta tapmaktan sakladı. Zaten Hazreti Ali, Sultân-ı kâinâtın huzur-u şerîflerinde yetişmiştir. Hazreti Ali'nin birkaç adı var idi. Bir ismi Ebûl Hasen, bir ismi Ebûl Hüseyin ve biri Haydar ve biri Kerrâr, biri Emîr-ün nahl ve biri Ebû'r- Reyhâneyn ve biri Esedullah ve biri Ebû Türâb. Lâkin kendileri her zaman buyururlar idi ki; bana Ebû Türâb adından sevgili ad yoktur. Zîrâ onu Fahr-i âlem koymuştur. Sebebi budur ki, bir gün Fâtıma-tüz Zehrâ ile Hazreti Ali birbirine darıldılar. Hazreti Ali huzursuz olup, mescide varıp, kuru toprak üzerine yattı. Hazreti Fâtıma, o hâl ile Server-i âlem Efendimize varıp, dedi ki: Devletlü ve izzetli sultânım, babacığım! Yanlışlıkla Hazreti Ali'yi üzdüm. Ammâ bilirim ki, suç benimdir. Resûlullah Efendimiz saadetle ve izzetle kalkıp, Hazreti Ali'yi arayıp, mescidde buldu. Gördü ki, kuru toprak üzerinde yatıyor. Resûl-i sekaleyn Efendimiz buyurdu ki: "Kalk yâ Ali, kalk yâ Ali!". Hazreti Ali gördü ki, çağıran Fahr-i âlemdir. Ayak üzerine kalktı. Sultân-ı kâinât gördü ki, Hazreti Alî'nin yüzüne toprak yapışmış. Bizzat mübârek elleri ile toprağı yüzünden silkip, "Kalk yâ Ebâ Türâb" buyurdu...