Geçen hafta, yirmi senedir görüştüğümüz değerli bir dostum, "Ağabeyimin üniversitede okuyan iki çocuğu var. Bir görüşmemizde bunların, 'Amuca, Hıristiyanlar da kendilerine göre ibadet ediyorlar, Allaha inanıyorlar. Bunları niçin kâfir görüyoruz, bunlar niçin Cehenneme gitsinler, bu bizim mantığımıza ters geliyor...' sözleri üzerine irkilip kaldım. Adeta nutkum tutuldu, ne cevap vereceğimi bilemedim. Cevap versem de zaten bizi dinledikleri yok. Bunlara karşı ne yapalım ne tavsiye edersin?" diye sorunca gerçekten ben de irkildim, tüylerim diken diken oldu. Tehlikenin bu kadar yakında olduğuna bizzat şahit oldum. Bu ve buna benzer örnekler son yıllarda iyice arttı. Bütün bunlar, Vatikan'ın dinlerarası diyalog ve hoşgörü projesinin (yeni haçlı saldırısının) neticesi. Denebilir ki, İslam tarihi boyunca, Müslümanlar belki de bu kadar büyük bir tehlike ile ilk defa karşı karşıyalar. Fakat ne yazık ki, bu tehlikeyi idrak eden kişilerin sayı çok az. Belki de esas tehlike bu vurdumduymazlık. Niçin en büyük tehlike? İslam tarihi boyunca, her devirde İslamı yok etmek isteyen cereyanlar, akımlar olmuş. Fakat bunlar; mevzi, lokal boyutta kalmış. Bugün ise uluslararası boyutta. İslam âlimleri, sözleri ile yazıları ile kısa zamanda böyle zararlı lokal akımları etkisiz hale getirmiş. Akım biraz daha büyük boyutta ise, devlet araya girmiş, devlet gücü ile yok edilmiş... Geçmişteki İslamiyeti yok etmek için ortaya çıkan akımların arkasında kuvvetli bir destek yoktu. Bunun için ayakta kalmaları ve zararları fazla olmadı. Dinlerarası diyalog ile getirilmesi tasarlanan, sınırlarını kendilerinin çizdiği "Ilımlı İslam"ın arkasında dünyanın süper güçleri var. Bir hareketin başarıya ulaşması için siyasi ve ekonomik güç lâzımdır. Vatikan'ın başını çektiği bu akımın arkasında bunların ikisi de var. Bu iki gücü de ağır şekilde kullanacaklarını kendileri söylüyor. Ilımlı İslamın mimarlarından olan Fukuyama, "Ilımlı İslam dışında hiçbir İslami inanca hayat hakkı tanımayacağız" diyor. Yine geçmişte, İslama zarar vermek için ortaya çıkan akımlar İslamın aslına yönelik faaliyetlerde bulunmuyorlardı. Teferruat denebilecek, halifelik sırası, mezar ziyareti, türbe yapılması gibi konularla uğraşıyorlardı. Şimdi ise, dinlerarası diyalog ile doğrudan İslamın aslı, özü olan hubb-i fillah-buğd-ı fillah ve emri maruf hedef alındı. Ayet-i kerimelerde, hadis-i şeriflerde, İslam büyüklerinin sözlerinde; imanın altı şartının yani, imanın geçerli olabilmesi için önce hubb-i fillah-buğd-ı fillah (Müslümanları Allah için sevmek, Müslüman olmayanları Allah için sevmemek. Bu ise kalb ile olur. Fiili düşmanlıkla, saldırı ile değil.) inancının olmasının şart olduğu, emri marufun ise farz olduğu bildirilmektedir. Bugün Vatikan'ın başını çektiği dinlerarası diyalog ile bunlar yok edilmeye çalışılmaktadır. "Hıristiyanlık, Yahudilik ve Müslümanlık gibi hak olan semavi bir dindir. Onlar da Allaha inanıyor, onlar da kendilerine göre ibadet yapıyor. Onlar da Cennete gidecek. Dolayısıyla onlar da din kardeşimizdir" propagandası ile İslamın temeli dinamitlenmektedir. Halkımızda, alt yapı, temel bilgiler eksik olduğu için de çok kimse bundan etkilenmektedir. İşte bunlardan dolayı en büyük tehlike ile karşı karşıyayız! Halbuki bu tür inanışlar Müslümanı dinden çıkartır. Çünkü, ayet-i kerimelerde, "Allah indinde hak din ancak İslâmdır." (A. İmran 19) "Kim İslâmdan başka din ararsa, bilsin ki, bulduğu din asla kabul edilmeyecektir." (A. İmran 85) buyurulmaktadır. Hadis-i şerifte ise, "Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu ümmetten biri, veya Yahudi ve Hıristiyan bir kişi beni dinlemez ve getirdiğimi kabul etmeden ölürse, kesinlikle Cehennemlik olur." buyurulmaktadır.