Çok tuhaf bir toplum haline geldik. Eski toplum anlayışları, örf ve adetler, neredeyse kalmadı. İki cami arasında kalmış beynamaz (binamaz) gibi olduk. Tartışmalara, konuşmalara bakıyorsunuz; bu insanların geçmişleriyle, Müslümanlıklarıyla hiç ilgileri kalmamış. Bir toplum bu kadar nasıl dejenere olur, bu hale nasıl gelir akıl alacak gibi değil! Bu tür dejenere olmuş "entellerin" son günlerde tartıştığı konu nedir biliyor musunuz? İnanılacak gibi değil; Belediye'nin Zincirlikuyu Mezarlığının girişindeki kapıyı yenileyerek üstüne yazdırdığı, "Her canlı ölümü tadacak" mealindeki ayeti kerime. Tartışmayı gündeme getirenlerin seviyesizliğini, cahilliğini göstermek açısından isterseniz yazılarından birkaç alıntı sunayım sizlere: "Orada yatan akrabalarım kapıda böyle bir yazı olduğunu bilseler defnedilmek istemezlerdi. Tabela derhal değiştirilmeli." "Durduk yerde gelen geçenin moralini bozmanın ne anlamı var". "Türkiye'yi dünya aleme rezil eden bir gaflet" vs. Konu psikologlara intikal etmiş. Uzman psikologlar(!) da, "Panik, korku ve moral bozukluğuna yol açan o yazı hemen kaldırılmalı" diye görüş belirtmişler. Bu arada tabii ki vatandaşa sormayı da ihmal etmemişler. Her tartışmada onların görüşü alınır ya! Her nedense görüş bildiren vatandaşlar da hep araştırmayı yapan kimsenin maksadı doğrultusunda konuşur! Bu şekilde görüşü alınan bir vatandaş da şöyle söylüyor: "Sabah yeni bir gün umuduyla işine, gücüne, okuluna gidenlere, akşam yorgun argın evlerine dönenlere kapıdaki kocaman yazı hangi olumlu mesajı iletiyor acaba? Din propagandasından başka bir mesaj iletmiyor bence." "Bir kaşık suda fırtına kopartmak" deyimi tam bu olaya uygun bir söz. "Burada yatanlara bakmayın siz, ölüm diye bir şey yok" mu yazmaları gerekirdi. Veyahud da bir şarkı sözünde geçen, "Biz dünyayı çok sevdik, ölüm bizden uzak olsun", sözünü mü yazmalıydılar. Bu densizliğin, saçmalığın temelinde pek çok olay da olduğu gibi din düşmanlığı yatıyor. Maksatları üzüm yemek değil bağcıyı dövmek. İkincisi ölüm korkusu. İnanmayan kimselerin en büyük korkusu ölümdür. Ahıret inançları olmadığı için, öldüğü zaman herşey bitecek, kurda kuşa yem olacaklarına inanıyorlar. Bunun için ölümü hiç düşünmek istemiyorlar; ölümü hatırlatacak şeylerden uzak duruyorlar. "Her canlı ölümü tadacak" mealindeki ayeti kerimeyi görmeye tahammül edememeleri de bundan. Fakat korkunun ecele faydası yok. İsteseler de istemeseler de "ölümü tadacaklar" çare yok! Ahırete inanan kimse için ise böyle bir korku yok. Çünkü ölmekle her şey bitmeyecek. Aksine herşey o zaman başlayacak. Geçici dünya hayatı bitecek, sonsuz bir Cennet hayatı başlayacak. Bu sonsuz hayatın başlayabilmesi için de ölüm şart. Bunun için Allah dostu kimseler hep ölüm hayali ile yaşamışlar, mesela hazret-i Mevlana ölümü, şeb-i arus, düğün gecesi, kavuşma gecesi olarak algılamıştır. İşin başka bir yönü, ölümü hatırlamanın kime ne zararı var? Aksine sayısız faydası var. Ölümü hatırlayan, bu dünyanın geçici olduğunu, bu dünyada yaptıklarının ahırette hesabını vereceğini düşünür. Bunun için de, yaptığı her iş ölçülü olur. İş veren ise, çalışanların hakkına hukukuna dikkat eder. Onlara zulmetmez. Onlara iyi davranır, onları sevindirmeye, memnun etmeye çalışır. Çalışan kimse ise, aldığı parayı hak etmek için gayret sarfeder. İşi tam ve eksiksiz yapar. Yönetici olanlar ise, devletin parasında tüyü bitmemiş yetimin hakkı olduğunu bilir. Devletin malına zarar vermemek için tir tir titrer. Bütün bunlar, huzurlu bir toplum oluşturur. Ölümü hatırlamak istemeyenler herhalde böyle bir toplum meydana gelmesini istemiyorlar. Çalmaya çırpmaya alıştıkları için bu düzenin böyle devam etmesini istiyorlar.