Mazlumun ahı önceliklidir!

A -
A +

Dün, gerek fert bazında gerekse, özel kurum, devlet kurumu bazında, her yöneticinin yanında, çekinmeden, yanlışlarını söyleyebilen kimselerin bulunmasının lüzumundan bahsetmiştim. Geçmişte bunun güzel örnekleri olduğunu dile getirmiştim. Behlül Dânâ'dan örnekler vermiştim... Bugün, önce evliyanın büyüklerinden, Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri ile ilgili bir anekdot sunup sonra Behlül Dânâ hazretlerinin ibretli sözlerine geçmek istiyorum... Zamanının valisi, "Efendim, bu kadar insanla uğraşıyorum, işim zor, bana, Allahü teâlânın yardımı için dua edin!" deyince, Mevlana Halid-i Bağdadî şunları söyledi: "Ben sana dua ediyorum, edeceğim de; fakat sen, kimseye zulüm yapma, adamların da yapmasın. Çünkü, mazlumun duasının önceliği vardır. Allahü teâlâ ile mazlumun ahı arasında perde yoktur. Mazlumların ahı, bedduası olduğu müddetçe benim duama sıra gelmez!" Bir gün Hârûn Reşîd, Behlül Dânâ ile karşılaştı. Halîfe; "Seni gördüğüme çok sevindim. Çünkü uzun zamandır seninle konuşmayı arzu ediyordum." dedi. Hazret-i Behlül güldü ve; "Benim böyle bir arzum yoktu" cevâbını verdi. Buna rağmen Hârûn Reşîd kendisinden nasîhat istedi. "Ne nasîhati istiyorsun? Şu sarayına bak, bir de kabirlere bak! Bunlardan ibret almayan, nasîhat almayan nelerden alır! Hâlin ne olacak, ey müminlerin emîri! Yarın Cenâb-ı Hakk'ın huzûruna çıkacaksın. Büyük küçük yaptığın her şeyden suâl olunacaksın. Bunlara nasıl cevap vereceksin iyi düşün! Bu hesap zamanında aç ve susuz olacaksın, çıplak bulunacaksın. Orada bulunanlar sana bakıp gülecekler. Perişan hâlin orada meydana çıkacak, başka nasîhatı ne yapacaksın?" dedi. Behlül bir gün de, Hârûn Reşîd'in taht odasını boş buldu ve çıkıp tahta oturuverdi. Bunu gören askerler onu kamçı ile dövmeye başladılar. Askerler vurdukça o; "Vah Hârûn Reşîd! Vah Hârûn Reşîd!.." diyordu. O esnâda halîfe geldi ve manzara karşısında donup kaldı. Askerleri uzaklaştırdıktan sonra; "Ey Behlül! Bu ne hâl?" diye sordu. Behlül; "Senin için ağlıyorum. Burada tahtı boş bulup bir an oturdum. Bu kadar kırbaç yedim. Sen ise senelerdir bu tahtta oturuyorsun. Hâlin ne olur diye düşündüm." Hârûn Reşîd; "Peki ne yapmam lâzım?" dedi. Behlül; "Mâdemki bu yükün altına girdin. Zulme meyletme. Adâlet üzere ol. Böylece tahtında otur" buyurdu. Bir gün halîfe Hârûn Reşîd Behlül-i Dânâ'ya kıymetli bir hırka hediye etmek istedi: "Ey Behlül! Şu paha biçilmez hırkayı giy. Benim sana hediyemdir" dedi. Behlül-i Dânâ hazretleri geri çekilip; "Ben ancak pamuklu hırka giyebilirim. Pederimin bana nasîhat ve vasiyeti şu idi: Oğlum! Toprak üstünde yat. Lâkin bir döşek kazanmak için kimsenin önünde eğilip, el etek öpme, pamuk hırka ile de yetin." Bir gün Hârûn Reşîd, Behlül ile görüşmek, hikmetli sözlerini duymak istedi. Bu şekilde adamlarını gönderip Behlül'ü getirmelerini söyledi. Gidenler Behlül'ü boş bir mezar içinde uyur buldular. Uyandırdıklarında; "Siz ne yaptınız. Beni pâdişâhlık makâmından indirdiniz. Şimdi ben ne yapacağım!" dedi. Görevliler gidip bu sözleri halîfeye bildirdiler. Hârûn Reşîd onun bu hâline bir mânâ veremedi, huzûruna geldiğinde; "Ey Behlül! Bu ne iş. Sen hangi pâdişâhlıktan indirildin?" dedi. O, bu soru üzerine; "Ey Halîfe! Rüyâmda kendimi hükümdâr olmuş gördüm. Tahtımda oturuyordum. Hizmetçilerim vardı. Saltanat ve ihtişam içinde idim. Lâkin senin adamların beni uyandırdı ve tahtımdan oldum." Bu sözlere Hârûn Reşîd güldü ve; "Ey Behlül! Rüyâdaki pâdişâhlığa îtibâr olunur mu?" dedi. Bunun üzerine Behlül hazretleri; "Benim hükümdarlığım ile seninki arasında ne fark var? Benim hükümdarlığım, gözlerimi açınca bitti, seninki ise, gözlerini kapayınca bitecek! O halde hangimizin hükümdârlığına îtibâr yoktur sen karar ver!" dedi. Bunun üzerine Hârûn Reşîd söyleyecek söz bulamayarak ağlamaya başladı.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.