Sultan Abdülhamid Han, söylenilenlerin aksine, cesur, yiğit bir hükümdardı. Yıldız Camii cuma çıkışında uğradığı suikastta gösterdiği cesaret bunun ispatıdır. İçeride ve dışarıda bu kadar düşmanı olan kimsenin ülkesini ve kendini korumak için tedbir almaması ahmaklık olurdu. Sultan Abdülhamid Han bunun yanında çok merhametli, dindar ve evliya meşrebli bir hükümdardı. Pek çok kerameti görülmüştür. Acil iş zuhur edince, gecenin herhangi bir vaktinde uyandırılmasını ister, ertesi güne bırakılmasına rıza göstermezdi. ABDESTSİZ YERE BASMAZDI Bu hususta Mabeyn Başkatibi Esad Bey hatıratında şöyle demektedir: Bir gece yarısı, çok mühim bir haberin imzası için Sultan'ın kapısını çaldım. Fakat açılmadı. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldım, açıldı. Sultan elinde havlu ile yüzünü kuruluyordu. Tebessüm ederek; evlad, bu vakitte çok mühim bir iş için geldiğinizi anladım. Daha ilk kapıyı vuruşunuzda uyandım. Abdest aldım. Onun için geciktim. Kusura bakma. Ben bu kadar zamandır bu milletin hiçbir evrakına abdestsiz imza atmadım. Getir imzalayayım, dedi. Besmele çekerek imzaladı. Bunun gibi Abdülhamid Han hiç abdestsiz yere basmazdı. Hattâ zevcesi, Abdülhamid Han'ın bu husûsiyetiyle alâkalı olarak, O'nun yatağının başında dâimâ temiz bir tuğla bulundurduğunu ve bununla yataktan kalktığında çeşme mahalline kadar abdestsiz yere basmamak için teyemmüm yaptığını, sebebini sorduğunda da kendisine: "Bunca Müslümanların halîfesi olarak, biz sünnet ölçülerine dikkat etmezsek, ümmet-i Muhammed bundan zarar görür!.." dediğini nakleder. *** Sultan Il. Abdülhamid Han döneminde Yavuz Sultan Selim'in türbedarlığını yapmakta olan bir zat, şiddetli geçim darlığının kendisine verdiği sıkıntılı bir ruh haleti içinde: "Bir de evliyadan olduğunu söylerler. Yıllarca türbedarlığını yaptım yoksulluk içindeyim" diyerek türbeye hiddetle vurur. Ertesi sabah aniden Abdülhamid Han, türbedarı huzuruna çağırarak bir yıllık ihtiyacının hepsini karşılar. Kendisine, "Bir sıkıntın olduğunda bana gel, dedemi rahatsız etme!" der. *** Sultan Abdülhamid Han, Beylerbeyi Sarayı'nda tutulurken, bir gece bir polis memuru burada nöbet tutmaktadır. Bu polis geçim sıkıntısı içindeymiş. Bütün gece düşünmüş, sonunda sabah nöbet bitince denize atlayıp intihar etmeye karar vermiş. Ertesi sabah, nöbetini devretmeye birkaç dakika kalınca sarayın üst pencerelerinden biri açılır. Pencereden Sultan, "Evladım şu keseyi al!" diye seslenir bir kese altın atar. Arkasından da ilave eder: "Sakın intihar etmeye kalkışma, intihar çok büyük günahtır!" GARİPLERİN BABASI İDİ Mabeyn katibi anlatır: Bir akşam, gelen mektup ve telgrafları huzûra arz etmek üzere iken bir telgraf geldi. Telgrafta, bîçâre memur, karısının o gece doğum yapacağını ve doğumun da tehlikeli olacağına dâir doktorların îkâz ettiğini, fakat elinde hiçbir imkân bulunmadığını, bu sebeple sultanın merhametine sığındığını, bildiriyordu. Ben de bunu pek kayda değer görmeyerek zât-i şâhâneye vereceğim listenin içerisine almadım. Ancak huzûrda, Pâdişâh âdeti üzere her şeyi ayrı ayrı gözden geçirdikten sonra, "Başka bir şey var mı?" diye sordu. "Kayda değer bir şey yok efendim!" dediysem de Sultân, "Sen kayda değer saymadığını da söyle!" dedi. Bunun üzerine mâlum telgraftan bahsettim. "Hemen getiriniz!" dedi. Sultân Abdülhamid Han, orada yazılanları dikkatle okudu. Ardından saray doktorunu çağırtarak gerekli müdâhalenin derhal yapılmasını ferman buyurdu. Vazîfemizi yerine getirip hastaneden döndüğümüzde vakit sabaha yaklaşmıştı, Sultân, perdeyi araladı ve eliyle "gelin" diye işâret etti.. Demek ki, sabaha kadar ibâdet ve duâ ile meşgul olmuştu. Hemen neticeyi sordu: "Sultânım, doğum bir hayli zor oldu. Ancak mütehassıs doktorların gayretleri ile hasta kurtuldu elhamdülillâh" dedim. Hünkâr, bu durum üzerine rahatlayarak derinden bir "Elhamdülillâh" dedi...