Geçenlerde gazetelerde Mısır'da din adamlarının ve halkın tepkisini çektiği ve protesto yürüyüşlerinin düzenlendiği bir hadise ile ilgili haber vardı. Haberin özeti şöyleydi: "Mısır hükümeti, yüksek volüm nedeniyle ses kirliliği meydana getirdiği gerekçe gösterilerek ezanın günde 5 vakit radyodan yayımlanmasını önerdi. Proje hayata geçirilirse, başkent Kahire'de camilerde ezan okunmayacak. Halk günde 5 vakit radyolardan yapılacak ezan yayınıyla namaza davet edilecek." Halkın ve din adamlarının tepki gösterdiği hükümetin ezan projesinin özeti böyleydi. Din adamlarının tepki göstermeye hiç hakları yok aslında. Hatta böyle bir projede onların da vebali, günahı var. Çünkü sen iyi niyetle de olsa, dinin bildirdiklerinin dışına çıkar, bidat işlersen, zamanında Mısır'da ibadetlerde hoparlöre cevaz verirsen neticesi de bu olur tabii. Bununla da kalmayacak merkezi ezan, merkezi radyolu ezan, merkezi vaaz derken arkasından merkezi, sesli görüntülü namaz da gelecek bunda hiç şüpheniz olmasın. Merkezi bir camide veya rodyoda, TV'de namaz kılınacak, evinden dükkanından herkes buna uyacak. Bunu yapanlara ilmen, mantıken tatmin edici bir cevap da veremezsiniz. Hoparlörden çıkan ses neyse, radyodan çıkan ses de odur çünkü. Bidat öyle bir şey ki, kapıyı az da olsa aralamaya gör, bir zaman sonra kapının sonuna kadar açıldığını, daha sonra kapının da sökülüp atıldığını görürsün. Bunun için, 14 asırdır, Ehli sünnet alimleri sünnete uymada taviz vermemişler, bidatle mücadele edip ne bahasına olursa olsun içeri sokmamışlardır. Çünkü, içeri soktuğun zaman, çıkaramazsın, çıkarmaya kalktığın zaman sapıklıkla, dinsizlikle suçlanırsın. Konumuzla ilgili bir anekdot aktarayım. Yıllar önce bir iş adamımız şöyle anlatmıştı: "Anadolu'muzun şirin bir ilinin valisini dostum olduğu için ziyarete gitmiştim. Cuma günü idi. Beraber Cuma namazına gittik. Gittiğimiz cami 40-50 kişilik küçücük tarihi bir cami idi. Namaz başladı. İmam o küçük yerde hoparlörü sonuna kadar açtı. Ne okuduğu hutbe anlaşılıyordu, ne de kıldırdığı namaz. Camiden çıktıktan sonra yolda vali dert yandı: "Bu kadar da olmaz arkadaş. Adam küçücük yerde açtı hoparlörü. Nerdeyse kulaklarımın zarı patlayacaktı. Namazdan hiçbir tat almadan, ne huşu kaldı ne manevi haz." Vali beyin bu şikayeti üzerine ben de dedim ki, "Bir o kadar da benden. Namazın bitmesini zor bekledim, hemen kendimi dışarı attım." Sonra valiye şu teklifi yaptım. "Nasıl olsa yolumuzun üzerinde uğrayıp bu durumu Müftüye bildirelim." Vali de uygun gördü. Beraber müftüyü ziyarete gittik. Çay kahveden sonra Vali bey söze girdi: "Müftü bey arkadaşımla, filan camide Cuma namazını kıldık. Fakat ikimiz de kendimizi sesten dışarı zor attık. Küçücük bir camide bu hoparlöre ne lüzum var. Müftü efendi de demez mi, "Bir o kadar da benden. Ben de, kenar bir semte gideyim diye falan camiye gittim. Hoparlör sesinden öyle rahatsız oldum ki anlatamam." Tam konuşmaların bu safhasında, araya girerek dedim ki, "İlin mülki amiri olan sayın valimiz rahatsız, ilimizin sayın müftüsü rahatsız. Vatandaş olarak ben rahatsızım. Madem öyle, iş sayın müftümüze kalıyor. Din görevlilerine bir tamim yayınlayıp bu rahatsızlığı ortadan kaldıracak, o kadar basit." Müftü bey söz aldı: "Beyler mesele o kadar basit değil, kolay değil. Bir bidat halkın arasına girmiş ise onu çıkarmanız çok zordur. Ben böyle bir şey yapmaya kalksam, adım mürted (dinsiz) müftüye çıkar. Halk protesto eder, sürüm sürüm süründürürler beni. Onun için yapılacak bir şey yok, kusura bakmayın." İşte size iki ibretli olay. Bidate kapıyı araladığınızda işin sonu nerelere varıyor...