Müşahhas tapınmaktan mücerret tapınmaya!

A -
A +

Meşhur Amerikan fen adamı Edison'u hepiniz bilirsiniz. Birçok buluşları yanında, ilk elektrik ampulünü yaparak her yeri aydınlatan meşhur bir kâşiftir. Bu ünlü fen adamının pek bilinmeyen bir yönünü, onun en yakın mesâi arkadaşı olan Martin Andre Rosonoff şöyle anlatır: "Bir gün laboratuvara girince, Edison'u kendinden geçmiş, çok dalgın bir halde, hiç kımıldamadan, elinde tuttuğu bir kaba bakarken gördüm. Yüzünde büyük bir hayret, hürmet, takdîr ve ta'zîm ifâdesi vardı. Yanına tam yaklaşıncaya kadar, geldiğimin farkına varmadı bile. Sonra beni yanında görünce, elindeki kabı bana gösterdi. Kap, cıva ile doluydu. Bana, - Şuna bak, dedi. Bu ne mu'azzam bir eserdir! Sen cıvanın hârikulâde bir şey olduğuna inanır mısın? - Cıva, hakîkaten hayrete değer bir maddedir, diye cevap verdim. Edison konuşurken sesi titriyordu. Sonra mırıldandı: - Ben cıvaya bakınca bunu yaratanın büyüklüğüne hayrân oluyorum. Buna ne türlü hâssalar vermiş. Bunları düşündükçe, aklım başımdan gidiyor. "Ben bir hiçim" Sonra tekrar bana döndü, konuşmasına şöyle devam etti: - Bana dünyadaki bütün insanlar hayrandır. Benim yaptığım birçok keşifleri, birçok yeni buluşları birer hârika, birer başarı zannediyorlar. Beni, insanüstü bir varlık gibi görmek istiyorlar. Hâlbuki, ne büyük hatâ! Ben, beş para bile etmeyen bir hiçim. Benim keşiflerim esâsen dünyada bulunan, fakat o zamana kadar insanların göremedikleri büyük hârikaların ufacık bir kısmını meydana çıkarmaktan ibârettir. Bunu ben yaptım diyen bir insan, en büyük yalancı, en büyük budaladır. İnsan, elinden hiçbir şey gelmeyen âciz bir mahlûktur. İnsan, ancak bir parça konuşabilen, biraz düşünebilen bir mahlûktur. İyi düşünse, kibre, gurûra kapılmaz, aksine, ne kadar boş olduğunun farkına varır. İşte ben de, bunları düşündükçe, ne kadar kudretsiz, ne kadar âciz, ne kadar zayıf bir mahlûk olduğumu anlıyorum. Ben mûcidim ha! Asıl mûcid, asıl dâhî, asıl yaratıcı işte O'dur, Allahtır!" Ünlü Rus yazarı Solzhenitsyn de, komünizmin baskısından kaçıp Amerika'ya yerleştiği zaman, kendisinin büyük sıkıntılardan, rûhî bunalımlardan, makine olmaktan kurtulacağını zannetmişti. Bir gün, bir üniversitede Amerikan gençlerini başına toplayarak onlara, şöyle hitap etti: "Ben buraya gelince, çok bahtiyâr olacağımı zannetmiştim. Ne yazık ki, burada da büyük bir boşluk hissediyorum. Çünkü siz, artık maddenin esîri olmuşsunuz. Evet, burada hürriyet var, herkes istediğini yapıyor. Fakat, ancak maddeye ehemmiyet veriyor. Rûhları bomboş. Hâlbuki, insanı hakîkî insan yapan, onun gelişmiş, temizlenmiş rûhudur. Size tavsiyem şudur: Rûhunuzu geliştirmeye, güzelleştirmeye bakın! Ancak o zaman, memleketinizde bulunan ve sizi de üzen çirkinlikler yok olmaya başlar. Dîne önem verin! Din, insan rûhunun gıdâsıdır. Dînine bağlı insanlar, her işte sizin en büyük yardımcınız olacaktır. Çünkü, onları Allah korkusu doğru yoldan ayırmaz. Sizin en büyük zâbıta kuvvetiniz bile, herkesi gece gündüz murâkabe edemez. İnsanları fenâlıktan alıkoyan polis değil, onların duyduğu Allah korkusudur." Aslında sadece bu iki zat değil, bütün fen adamları, ilim adamları Yaratıcının varlığına inanmakta ve kendi anlayışları doğrultusunda başkalarını da buna yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Fakat, İslamiyet ile şereflenemedikleri için, ne kendilerine ne de başkalarına faydaları dokunuyor. Ruhi boşluklarını dolduramıyorlar. Bu da, ancak gerçek bir îmân ile kâbildir ve Allahü teâlânın yolunu ancak gerçek din gösterir. Dün olduğu gibi bugün de, herkes dinin lüzumuna inanmakta. Dinin insanın iç âleminde, toplumların kontrol altında tutulmasında, huzurun sağlanmasında önemini dile getirmekte. Dinli dinsiz herkes bu konuda aynı düşüncede. Çünkü yaratıcıya inanma, insanın yaratılışında, mayasında vardır. Ateist olduğunu söyleyenler bile farkında olmadan bir şeye inanmaktadır. Cenab-ı Hakkın, yarattığı canlı cansız bütün varlıklardaki nizam ve intizamı görüp de inanmamak mümkün değildir. Ancak aklından bir zoru olanlar inanmakta tereddüde düşer. Kendi arzusuna göre din! Günümüzdeki esas sıkıntı inanmamakta değil, çünkü öyle veya böyle herkes bir şeye inanıyor. Esas sıkıntı, neye, nasıl inanılacağı konusunda. İnsan kendi düşüncelerine, kendi arzularına göre bir şeye inanmak istiyor. İnandığı şeyin kendisine sınır getirmesini istemiyor. Dinin sınırlarını kendisi koymak istiyor. Bu da dinsiz din anlayışıdır. İnsanlar, eskiden kendilerinin yonttukları müşahhas tanrılara tapınıyorlardı, şimdi de mücerret olan, iç dünyalarında teşekkül ettirdikleri tanrılara tapınıyorlar. Bu da, Cenab-ı Hakkın gönderdiği, insanların dünya ve ahiret saadetini temin edecek bir inanç, bir din olmadığı için de, rahat ve huzura kavuşamıyor. İnsanoğlu her türlü, konfora, maddi imkânlara rağmen huzursuzluktan, sıkıntıdan, inanç boşluğundan bir türlü kurtulamıyor. Hangi dinden, hangi inançtan olursa olsunlar bütün insanlar, İslamiyete yönelmedikçe, Müslümanlar da, İslamiyetin emir ve yasaklarını kendi arzularına göre yorumlamaktan vazgeçmedikçe, Cenab-ı Hakın vadettiği gerçek huzura kavuşmaları mümkün değildir...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.