Bir zamanlar zengin bir tüccarın, her türlü imkâna sahip, bir eli balda bir eli yağda olan şımarık bir oğlu varmış. Yediği önünde yemediği arkasında olan bu genç, sahip olduğu bütün varlıklara rağmen bir türlü mutlu olamıyormuş. Mutlu olamadığı gibi, susuz kimsenin, susuzluğunu gidermek için deniz suyu içmesi gibi, sahip olduğu her yeni imkân onu daha çok sıkıyor, kendisini boğulacak hale getiriyormuş. Oğlunun bir türlü mutlu olamadığını gören bu tüccar, mutlu olmanın sırrını öğrenmesi için oğlunu, insanların en bilgilisi olarak bilinen bilge bir şahsın yanına göndermiş. Delikanlı günlerce yol yürüdükten sonra, sonunda aradığı kimsenin bir tepenin üzerinde bulunan evine varmış. Delikanlı, girdiği evde, hummalı bir manzara ile karşılaşmış. İnsanların biri girip, diğeri çıkıyormuş. Evin sahibi sırayla içerideki insanlarla konuşuyormuş ve bundan dolayı da, delikanlı, sıranın kendisine gelmesi için çok uzun bir süre beklemek zorunda kalmış. Sonunda sıra kendisine gelmiş. Sıkıntısını ve mutlu olma arzusunu anlatmış. Ev sahibi, bilge şahıs, delikanlının ziyâret sebebini açıklamasını dikkatle dinlemiş. Kendisine, "Mutluluğun sırrını hemen söyleyemem" demiş. Arkasından, "Git, bahçeyi dolaş! İki saat sonra da benim yanıma gel!" demiş. Mutluluğun sırrı Hemen arkasından ilâve etmiş: "Ama, senden bir ricada bulunacağım!" Sonra da delikanlının eline büyük bir kaşık vererek, içine küçük bir kaşık ile iki damla yağ koymuş. Arkasından tenbih etmiş: "Etrafı dolaşırken bu kaşığı elinde tutacak ve yağı dökmeyeceksin!" Delikanlı dışarı çıkıp etrafı dolaşmaya, verilen süreyi doldurmaya başlamış. Fakat gözü hep kaşıktaymış. İki saat dolar dolmaz, hemen çıkmış o kimsenin huzuruna. Hikmet ehli kimse, "Güzel", demiş. Sonra gence sormuş: - Bahçıvan başının, on yıllık bir çalışma sonunda meydana getirdiği eşsiz güzellikteki bahçeyi, çiçekleri, emsâlsiz lezzetteki meyveleri gördün mü? Utanan delikanlı hiçbir şey göremediğini îtiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü kendisine verilen iki damla yağı dökmemek için hiçbir tarafa bakamamış. Böylece, başka bir şeye de dikkat etmemiş. Ev sahibi demiş ki: "Öyleyse git, etraftaki güzelliklere bakarak, bahçeyi tekrar dolaş!" Delikanlı kaşığı alıp, tekrar dışarı çıkarak gezmeye başlamış. Bu sefer bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat eserlerinin zarâfetini görmüş. Hikmet ehli zatın yanına dönünce, gördüklerini bütün ayrıntılarıyla anlatmış. Ev sahibi sormuş: "Peki sana emânet ettiğim iki damla yağ nerede?" Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş. Bunun üzerine, ev sahibi, demiş ki: - Sana verebileceğim tek bir nasîhat var: Mutluluğun sırrı, dünyanın bütün hârikalarını görerek, Allahü teâlânın büyüklüğünü idrak etmektir; ama iki kaşık yağı da unutmadan. Sonra iki kaşık yağı yorumlamış: - Bu iki kaşık yağdan birincisi, inançlı olmak; Allahü teâlâya inanmak, O'nun emirlerine önem vermek ve bütün gücü ile bunlara uymaya çalışmak. Yapamadıkları için de tövbe edip bunlara saygılı olmak. Başta sağlığımız olmak üzere sahip olduğumuz bütün nimetleri ondan bilmek. Eğer sağlığımız yerinde olmazsa, başka şeyleri görmemiz zaten mümkün değildir. Acılar içinde kıvranan kimse, dünyanın en güzel gül bahçesinde olsa bile gözü bir şey görmez. Kuş tüyünden yatakta yatsa, bu yatak iğneli yatak gibi gelir ona. İkincisi, vermek; ihtiyaç sahiplerine, muhtaçlara hayır hasenat yapmak. Bunlara, yaratandan dolayı, acımak ve merhametli olmak. O'nun sevdiklerini, dostlarını sevmek. Onları dost edinmek. Dostları olmayan kimse için dünyanın zindandan farkı yoktur. Sevmek ve sevilmek, insanı hayata bağlayan, bütün sıkıntıları unutturan en güzel ilâçtır. Seven ve acıyan, herkese, her şeye iyilikle bakar. Kötülük düşünemez. İyileri iyi oldukları için sever. Kötülere ise kötü oldukları için acır. Onların da iyi olmaları, hidâyete kavuşmaları için çırpınır. Bu iki şeyin hakîkatine varan, varlıklarını diğer insanlarla paylaşan, onların sıkıntılarını gideren gerçek mutluluğa kavuşur. Bu mutluluğun verdiği haz, bütün sıkıntıları örter. Merhamet için gönderildim Peygamber Efendimize bir bedevî gelip, "Ben câhil biriyim. İslâmiyeti kısa olarak benim anlayabileceğim şekilde ta'rif eder misiniz?" diye sorduğunda, Peygamber Efendimiz buyurdu ki: "et- ta'zimü bi emrillah veş-şefekatü alâ halkıllâh" yani, İslamiyet, Allahü teâlâyı, emirlerini büyük bilmek, bunlara saygılı olmak ve yarattıklarına acımak, merhamet etmektir, buyurdu. Başka bir hadis-i şeriflerinde de, "Ben lânet etmek için gönderilmedim. Hayır duâ etmek, her mahlûka merhamet etmek için gönderildim. Ben, insanların azap çekmesi için değil, herkese iyilik etmek ve insanların huzura kavuşması için gönderildim." "Merhamet edenlere Rahman da merhamet eder" buyurmuştur.